9 Ekim 2010 Cumartesi

Mühim Bir Kalemşörün Ord. Prof Dr Hayrullah Şanzumi'ye Mobbing Uygulayan Ehven Zevatın Rezil Olması Üzerine Kaleme Aldığı Bir Şiir

Üstüne

Şanzumi'yi mobbing için kobay sanırdı
Al oturdu kaldı işte kıçın üstüne
Rabb'e kul olanı ezmek kolay sanırdı
Ol kenefe döndü şimdi, sıçın üstüne

Şanzumi kitap yazar o dava ederdi
Öğrenciyi sevmez, sanki koyun güderdi
Akçeye sevdası hele hepten beterdi
Gitti de oturdu dik ardıçın üstüne

Yediğin nane zerdevat yetmişi aştı
Lakin düştü masken, hak yerine ulaştı
Seni adam sanan millet haline şaştı
Sifon çekti düştüğün sarnıçın üstüne

GÜVERCİNNAME'Yİ İNDİRİN

GÜVERCİNNAME (Tam Metin)





GÜVERCİN UÇUVERDİ































































GÜVERCİNNAME







GÜVERCİN MEDENİYETİ















Prof. Dr. Hayrullah ŞANZUMİ











































İTHAF





Her
gün güvercinlere nazar eylediğimde canımdan aziz
bildiğim “Güvercin Medeniyeti”ni çağrıştıran
Hazret-i Fahri Kainat, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve dedem Ser
Müderris-i Azam H. Ş. Mehmet Said Efendi hazretlerinin
mübarek ruhlarına bu naçiz eserimi kabul buyurmaları
ümidiyle çoban armağanı sadedinden akdamı
şeriflerinin altına seriyorum.





Ord.
Prof. Dr. Hayrullah Şanzumi














İçindekiler














ÖNSÖZ





Güvercin
uçuverdi, kanadın açıverdi ve kanadın
çırpıverdi. Güvercinin uçması kadar
tabii bir şey olmasa gerektir. Biz bu çalışmamızda
güvercini bizim medeniyetimizin bir simgesi olarak telakki
ediyoruz. Evet, hakikaten Türk İslam Medeniyetinde bütünü
ile tarihi seyir coğrafya usul, adap, dahili ve harici
münasebetleri bakımından güvercin metafor
(istiare) olarak kullanılmaktadır. Güvercinin
medeniyetimiz ve özellikle coğrafyamız açısından
büyük önem arz ettiği varsayımıyla yola
çıkarak güvercinin uçması, kanatlarını
açmasının tabii bir seyri süluk olup ancak bu
uçuşun mutat olup olmadığı ve sonuçta
kanat çırpma hadisesinin medeniyetimizin can çekişmesi
veya zaafa uğraması sadedinden bu çalışmamız
da direk güvercinle alakalı birkaç tane makalenin
olmasına rağmen çalışmamızın
bütününe mührünü vurması tesadüfi
olmayıp başlıkları farklı farklıda olsa
kitabımızın bir bütün olarak mütalaa
edildikten sonra bir medeniyetin hali pür melali ve bu
medeniyetin mensuplarının çıkmazları
değerlendirilmektedir.


Burada
esas olanın güvercinin uçup uçmaması
olmadığının simge ve de imgeden hareket edilerek
bir tespitin paylaşılması söz konusudur.


Bugüne
kadar kaleme aldığımız akademik çalışmalarda
yöntem olarak evvel emirde tez ve plan şekillendirildikten
sonra bal peteğinin doldurulması işleminde olduğu
gibi çizilmiş olan girizgâhın içinin
doldurulması ve bu minval üzere hareket edildiğini
ifade etmek isterim. Çükü akademik çalışmalar
size ilgili otorite tarafından belirlenen şablonun dışına
çıkma özgürlüğü vermemekle
kaimdir.


Ancak
eğer siz gayet özgün bir çalışma
yapıyorsanız faaliyetleriniz sizi kontrol edecektir
anlamına gelmektedir. Kalemi elinize alıp yazmaya
başladığınızda sadrınızdaki
doğaçlama, beyin ve ona vesile olan el ve de kalem
maharetiyle kağıda dökülecektir; adeta ona
mührünü vuracaktır. Bu vesileyle kitabınızın
ünitelerini oluşturacak makalelerin seyri süluku ve
nirengileştiği ana tema siz kitabınızın
adını ne korsanız koyun bir de bakacaksınız
ki ilgili kitap kendini adını adeta seslendirerek iddia
edecektir. Siz de bu realiteye boyun eğmekten başka bir
alternatif koyamayıp adeta teslim oluverirsiniz. Bu kitabı
kaleme aldığım ilk günlerde serbest denemeler
adını koyacağımı düşünürken
eser şekillenmeye başlayınca arkadaşlarımla
yaptığım istişare ve haasaten çalışmalarımla
yakından ilgi ve alaka gösteren Sayın Dr. Galip
Boztoprak Beyefendi Sakarya’dan Üsküdar’a bir
dönüşümde Yalı Akademisinde çay içip
orada günün yorgunluğunu atıp biraz hasbihalden
sonra evime avdet edecekken elime bir kalem biraz da müsvedde
kağıt vererek “Azizim Güvercin Uçuverdi
başlığıyla bir makale yazar mısın?”
dedi. Ben de günün yorgunluğuna rağmen kalemi
elime alıp kaleme yemin eden Zatül Ekbere sığınarak
makalemi takriben yirmi dakikada tamamladım. Demek ki iyi bir
ayak olmuştu ki hızımı alamayıp eve
gittiğimde bir de Güvercin Medeniyeti başlıklı
bir makaleye sahip olunca dolayısıyla bu iki makalenin
güvercin üzerinden gereken mesajları medeniyetimizin
mirasyedisi olan insanımızın hal ve de ahvalini
dillendirmiş olmamız bu kitap da “Güvercinname”
ismini hak etmektedir.


Medeniyetten
ferde, fertten medeniyete doğru yapılan değerlendirme
ve atıflarda hayatın ana unsurunu üç safhada
belirlemek mümkündür kanaatindeyiz. Bunlar:



  1. Mükaleme:
    İnsanoğlunun konuşmaya başlaması ve bu
    hasletini en entelektüel biçimde kullanması.


  2. Mükatebe:
    Yazıyı icat, yazıyı öğrenme, yazma ve
    yazışma neticesinde ortaya koyma hali ve kültürel
    birikim.


  3. Müsakeşe:
    Nefislerin karşılıklı alış verişi,
    diyalogun en kutsal hali ve nesillerin varlığını
    idame ettirme çabası.




Bu coğrafyada bizimle
fazlasıyla hemhal olmuş güvercin metaforuyla hayat
reçetemizi kendi zaviyemizden beyin jimnastiği yaparak
mütalaa ediyor; bu vesileyle bize destek olan bütün
dostlara şükranlarımızı bir borç
biliyor; sanıyen kaleme ve yazıya kılıç
çekmiş zevatın merak ederek acaba bu zat ne yazıyor
diyerek bu vesileyle farkına varmadan okumaya ve dolayısıyla
paslanmış kalemlerini alıp hayırlı şeyler
yazmalarına ayak olması ümidiyle bu mükatebelerimi
önemsediğimi arz ediyorum. Vesselam.







MEDHAL (GİRİŞ)





Çeşitli
ve de çeşnili makalelerden temerküz eden bu
çalışmamızda global olarak değerlendirildiğinde
mefrukat gibi arz ve endam edilse de temelde ittifak edilen nokta-i
nazarın medeniyetimizin maziden atiye ve atinin atisine kadar
seyrüencam, serencam ve serüvende sergilediği hal ve
ahval mabadehu muhtemel girizgahların tespiti meyanında
yanlışların tekerrüren set sadedinden tarih
sahnesindeki mevcudiyetimizin akamete uğratılmaması
içün sayü gayret edilmiştir.


Pek
tabiidir ki kitabımızın güvercinle tesmiyesi
mevcudiyetiyle müftehir olduğumuz ve mensubiyetini
tezavvukla ifade buyurduğumuz T.C. Devletinin ve dolayısıyla
medeniyetimizin ana simgelerimizden olan güvercinle tesmiye
ediyoruz.


Makalelerimizi
bir taraftan kaleme alıp bir taraftan da dosyalarken tam bu
hengamede Sakarya dönüşü Yalı Akademisine
uğrayıp çaylanıp eve avdet edecekken Asitanenin
kıdemli kültür adamı ve ehem editör
Ağabeyimiz Galip Boztoprak Beyefendi elime bir kalem
tutuşturarak bir miktar da müsvedde kağıt vererek
hocam “Güvercin Uçuverdi” başlıklı
bir makale yazar mısın diye buyurdular. Bendeniz de
sabahleyin medreseye gidip sekiz saat tedrisat eyleyüp geri
döndüğümü tam 16 saattir ayakta olduğumu
ve de çok yorgun olduğumu beyan etmiş olsam da
ısrarlarına dayanamayıp Biismihi Teala Tanrım
utandırmasın deyip kalemin Rabbine sığınarak
tam 20 dakikada bu makaleyi tamamlayıp kendilerine verdim. Galip
Bey dostum internetten Ankara yöresine ait olan meşhur
güvercin türküsünü de indirip makaleme
ulayarak önce Sakarya Halk bilahare
www.idealdusunce.com
da yayınladıktan sonra bu elimizdeki kitaba yerleştirdiler.
Bilahare yaptığımız mükalemede bu kitabın
da adınıngüvercin endeksli olabileceği üzerinde
mutabakatta bulunulmuştu. Ancak işim çok zordu.
Çünkü bütün makale ve ünitelerin
güvercinle alakalı olmasının gerekebileceği
zehabına kapılmıştım. Bayağı
sıkıntılı bir tesmiye sürecine girilmiş
olsa da çalışmalarımız neticesinde ilmi
faaliyetimize mihver olarak güvercinle alakalı bir
isimlendirmenin çatı oluşturma sadedinden pek de
yabana atılmayacak bir tespit olabileceğinde karar kılmış
bulunmaktayız. Bu zaviyeden medeniyetimizin ve medeniyetimizin
son yüz akı ve de incisi olan Türkiye Cumhuriyetinin
simgelerinden olan güvercinle alakalı bir tespitimizi
paylaşmak mecburiyeti hasıl olmaktadır.


Önce
takriben 1952 de ve bilahare 1980 lerde Diyanet İşleri
Başkanlığımızın dergilerinde de
yayınlandığı veçhesiyle Zafer
Mustafa’nındır başlıklı yazıyı
özetliyoruz. Ankara’nın tren garının taş
yapılı binası seraskerlik binası olarak hizmet
vermektedir.


Gazi
Hazretleri (Mustafa Kemal) dönemin Genelkurmay Başkanı
(İlk) Mustafa Fevzi Çakmak’la geç saatlere
kadar büyük taarruza hazırlık planları
yaparlar.


Gecenin
ilerleyen saatlerinde Mustafa Fevzi Çakmak evine istirahata
gider. Mustafa Kemal ise aynı karargâh binasının
üst katına çıkarak uykuya dalar. Tam sabah
namazı ezanı ile yatağından heyecanla fırlayan
Mustafa Kemal yaverine acele ile Mustafa Fevzi Çakmak’ı
evinden alınıp getirilmesini emreder.


Yaver
gider fakat evde Mustafa Fevzi Çakmak’ı bulamaz.
Çünkü hanımı Çakmak’ın
Gazi Hazretlerine gittiğini söyleyince yaver de döner.


Başkomutanlık
çalışma odasında heyet toplanmıştır.
Gazi Mustafa Kemal çekmecesinden çıkardığı
kâğıtlardan birini Mustafa Fevzi Çakmak’a
verir ve ona bu gece gördüğü rüyasını
yazmasını emreder. Gazi öbür kâğıda
da hazırunun önünde gördükleri rüyalarını
daha seslendirmeden kayıt altına alırlar.


Yazma
işlemleri bitirilince kâğıtların ikisine de
o gece iki büyük kumandan olan Mustafa Kemal ile Mustafa
Fevzi Çakmak’ın aynı gecede aynı rüya
ile şereflendikleri hadisesi calibi dikkattir.


Görülen
rüya aynen şöyledir: Hacı Bayram-ı Veli rüya
âleminde iki Mustafa’ya da seslenerek Büyük
Taarruz için şu müjdeyi verir.


“Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) selamları var. Mustafa’ya söyle
zafer onundur.” Çok ilginçtir bu rüyayı
iki komutan da görür. İkisinin de adı
Mustafa’dır. Haddizatında Peygamberimizin de
isimlerinden birisi malumu âlilerinizdir ki Mustafa’dır.
Güvercin makalelerimizde de ifade etmeye çalıştığımız
gibi Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin ve yeni kurulacak
olan T.C. ve de Ankara’nın simgesi Güvercindir. Bir
bakıma güvercin Hacı Bayram-ı Veli sıfatında
Hz. Muhammed Mustafa’dan (s.a.v) Mustafa Kemal ve Mustafa Fevzi
Çakmak arasında üçlü bir mekik dokuyarak
Devletimizin temellerini teşkil edecek olan taarruzu
başlatmalarını, zaferin aslında müteselsilen
bu üç Mustafa’nın olacağı müjdesi
verilmiştir. Bizler de buradan hareketle milletimizin ve de
devletimizin ızdırap ve kıvançlarını
yoğurarak ortaya koymaya çalıştığımız
bu eserimize Hz. Hacı Bayram-ı Veli, Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v.) ve de Gazi Mustafa Kemal ile Mareşal Mustafa Fevzi
Çakmak’ın ve bütün şehitlerimizin
ruhaniyetinin muazzeziyetine binaen bu çalışmamızı
güvercinle ilişkilendirirsek bu tesmiyenin muallakta
kalmayacağı kanaatindeyiz. Gayret bizden takdir
karilerimize ait. Deruni muhabbetlerimle.







GÜVERCİN TARİHİ VE GÜVERCİN
COĞRAFYASINA ATF-I NAZAR






GÜVERCİNLER HAKKINDA
EN ESKİ BİLGİLER



Güvercin,
insanoğlunun ilk evcilleştirdiği kuş türü
olarak bilinmektedir. Bu konudaki en eski bilgiler, M.Ö. 4500
yıllarına, yani günümüzden yaklaşık
6500 yıl öncesine kadar gitmektedir. Köken olarak
evcil güvercinin ilk olarak Orta Asya milletleri tarafından
eğitildiği tahmin edilmekle birlikte son yıllardaki
bulgular güvercinin Anadolu kökenli bir gelişim
göstermiş olabileceğini de düşündürmektedir.



ESKİ ÇAĞLARDA
GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ



Güvercinin
evcilleştirilmesi ister Asya kökenli, ister Mısır
ve Mezopotamya kökenli isterse de Anadolu kökenli olsun,
güvercinin çok eski devirlerden beri evcilleştirildiği
ve insanlar tarafından farklı amaçlarla kullanıldığı
bir gerçektir. Evcil bir türden bahsettiğimiz için
güvercin ırklarının gelişiminde insanların
seçimi belirleyici rol oynamıştır. Eski
dönemlerdeki bölgeler arası yoğun ticari
ilişkiler ve savaşların da etkisi ile güvercin
ırkları da hızlı bir şekilde dünya
üzerine yayılmıştır.



Başlangıçta
eti ve gübresi için yetiştirilen güvercinler,
daha sonraları bu hayvanların yön bulma, yuvasına
bağlılık ve uzun mesafeleri uçabilme gibi
yeteneklerinin keşfedilmesi ile birlikte haberleşme amaçlı
kullanılmaya başlamışlardır. Özellikle
savaşlar sırasında güvercinlere haberleşme
konusunda önemli görevler düşmüştür.
M.Ö.1200 yıllarında Mısır’da
güvercinlerden haberleşme amacı ile yararlanıldığını
görüyoruz. Daha sonraki dönemlerde haberleşme
amaçlı yetiştiricilik farklı ülkelere de
yayılmıştır. M.Ö. 300 yıllarında
Çin’de güvercinlerle bütün ülkeyi
kapsayan bir haberleşme ağı kurulmuştur.
Özellikle savaş sırasında ki haberleşmelerde
güvercinler önemli bir rol oynamışlardır.
Cengiz Han’ın seferleri sırasında haberleşme
amaçlı posta güvercin kullandığı
bilinmektedir.



Bağdat
halifelerinin de güvercinlere çok değer verdiği
bir gerçektir. Suriye’nin güçlü
hükümdarı Nureddin ( 1146 – 1174 ) Mısır’da
yıllarca çok iyi işleyen bir güvercin posta
şebekesi kurmuş olması ile ünlüdür. Bu
amaçla kullandığı güvercinlerin ayak ve
gagalarını kendi şifreleri ile işaretlemiştir.
Kullandığı güvercinler Irak’tan getirilen
boyunları renkli ve benekli beyaz güvercinlerdi.



Eski Yunan
ve Roma’da da savaşlar sırasında güvercin
kullanımı yaygındır. İslam öncesi Orta
Asya’da bulunan Türk devletleri ile Büyük
Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılarda da
güvercinler hem haberleşme hem de güzellikleri için
yetiştirilmişlerdir. Anadolu’da Yapılan
kalelerin bazılarında posta güvercinleri ile
haberleşme amaçlı güvercinlikler inşa
edilmiştir. Bunların güzel bir örneğini
Adıyaman’da Memlük egemenliği döneminden
kalma Yeni Kale’de görebiliriz. Son büyük
savaşlar olan I. Ve II. dünya savaşlarında da
güvercinlerden haberleşme amaçlı
yararlanılmıştır. Hele telsiz ve telefon
görüşmelerinin yapılamadığı
anlarda posta güvercinleri çok işe yaramışlardır.
Hatta savaş sonrası hizmetlerinden ötürü
madalya verilmiş posta güvercinleri bile
bulunmaktadır.
Günümüzde posta güvercini
yetiştiriciliği daha çok sportif ve yarış
amaçlı olarak yapılmaktadır. Haberleşme
gereksiniminin yanı sıra güvercinler güzellikleri,
uçarken yaptığı oyunlar ve bazen de ötüşleri
için yetiştirilmişlerdir. Bugün ülkemizde
“Ankut” ve “Demkeş” adı ile
tanıdığımız güvercin ırkları
eski devirlerde bu amaçla ve özelliklede ötüşü
için yaygın olarak yetiştirilmekteydi. Ankut ırkı
ve demkeşlerin dönemin gözde kuşlarından
olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir.
Hakkında kayıt bulunan en eski ırklarımızdan
biri olması nedeni ile Ankutların kısaca tarihi
özellikleri.



ANKUT IRKI GÜVERCİNLER



Dünyada
Ankut Trumpeter ya da Ankhut Trumpeter gibi adlarla bilinen
güvercinler ülkemizde bugün ankut adı ile
anılmaktadır. Peygamberimizin torunu ve Hz Ali’nin
oğlu olan, 680 yılında Kerbela’da öldürülen
İmam Hüseyin’in atmaca ve doğan avladığı,
ayrıca çakşırlı ( paçalı ) kut
( ankut ) güvercin beslediği yazılıdır.



Hz Eyüp’ün
mağarasında beslediği söylenen bu güvercinlerin,
halk arasında çocuğu olmayan kadınlara uğur
getirdiği ve hatta gece uykusunda korkan kadınların
dertlerine deva olduğu söyleniyor.



Yetiştiriciler arasında,
dem çekme özellikleri ve sürelerine göre değer
verilen bu güvercinler, köken olarak Orta Asya Türkmenistan
kaynaklıdırlar. Türklerin göçleri ile
birlikte dünyaya yayılmışlardır.



TÜRKLER’DE GÜVERCİN
YETİŞTİRİCİLİĞİ



Eski Asya
kökenli Türk toplulukları arasında güvercine
ilişkin yaygın bir kültür olduğu
görülmektedir. Sınırlı ve belli alanlardaki
kelimeleri içine alan Göktürk yazıtlarında
güvercin kelimesi bulunmamaktadır. Ancak Orta Asya Türk
topluluklarından Uygurlara ait en eski yazılı
metinlerde güvercin anlamında “kökürçkün”
ve “köğürçün” gibi kelimelerin
kullanıldığını görüyoruz.



O dönemde
Çin’de güvercin yetiştiriciliğinin yaygın
olduğu bilinmektedir. Özellikle haberleşme sistemini
M.Ö. 300’lü yıllarda bütün ülkede
güvercinlerle sağlamayı başaran bir ülkede
güvercin yetiştiriciliğinin çok eskilere
dayandığını tahmin etmek zor değildir. Ancak
taklacı güvercin ırkının Orta Asya Türkistan
kökenli olduğu etimolojik incelemelerden anlaşılmaktadır.



KÖME GÜVERCİNLERİ



Köme
güvercinleri” bugün Şanlıurfa’da
“Halis Güvercinler” olarak adlandırılmaktadırlar.
Dünya da Dewlap ( gerdanlı ) ırkı olarak
bilinirler. Ülkemizde bu ırka ait çeşitli tipte
güvercinler bulunmaktadır. Eskiden Osmanlı devleti
sınırları içinde bulunan Suriye ve Lübnan
kökenli olan bu güvercinlerin Halep’te ve Beyrut’ta
bol miktarda bulunduğu bilinmektedir.



TAKLACI IRK GÜVERCİNLER


Köme
güvercinlerinin yanı sıra Doğu Türkistan’da
“beyaz kağıt oyun güvercini” ve “siyah
pars oyun güvercini” adı ile bilinen taklacı
güvercin ırlarından, iki ya da üç çeşit
güvercinin bulunduğuna ilişkin bilgiler vardır.
Taklacı ırkın diğerlerinden daha yüksek
uçtuğu ve uçarken takla attığı
belirtilmektedir.



SELÇUKLULAR’DA
GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ



Türklerin
Anadolu’ya girişleri 1071 Malazgirt savaşı
sonrası yaygınlık kazanmış olmakla birlikte
Türklerin Orta doğu ve Anadolu’ya gelmeye başlamaları
daha eski tarihlere dayanmaktadır. 1000’li yılların
başında bugünkü İran, Suriye ve
Mezopotamya’yı kapsayan bölgede kurulan Büyük
Selçuklu devleti, Orta Asya ile bugünkü Rusya’nın
güneydoğusunda yaşayan Türklerin bu bölgeye
göçleri ile kuruldu. Bu bölge, taklacı ırkın
Asya’da yetiştirildiği bölgedir. Taklacı
ırkın bu göç sonrası Büyük
Selçuklularla birlikte bu bölgeye yayıldığı
ve daha sonra da Anadolu’ya girdiği düşünülmektedir.



SELÇUKLU IRKI GÜVERCİNLER



Dünyada
“Seljuk Fantail” ya da “Sedjucken” gibi
adlarla tanılan Selçuklu ırkı eski ve tarihi
bir ırkımızdır. 1000’li yılların
başında Anadolu Selçukluları kanalı ile
Anadolu’ya girmişlerdir. Selçuklu Sultanlarının
Selçuklu ırkı güvercinleri koruyabilmek amacı
ile saray dışına çıkışına
izin vermedikleri bilinmektedir. Konya’da 1200’lü
yıllarda yaşadığı bilinen Hz. Mevlana’nın
da Selçuklu ırkı güvercin yetiştirdiği
menkıbelerde kayıtlıdır.



OSMANLILAR’DA GÜVERCİN
YETİŞTİRİCİLİĞİ



Osmanlı
sarayında başlangıçta kuşçuluk,
daha çok avlanma gereksinimi ile birlikte yürümüştür.
İlk padişahlar ava önem veren kişilerdi. Bu
dönemde sarayda, Doğancıbaşı, Atmacacıbaşı,
Şahincibaşı, Çakırcıbaşı
gibi kuşlarla ilgilenen rütbeli kişiler bulunmaktadır.
Bunların denetiminde çalışan ve belli bir
hiyerarşi içinde dizilmiş bir çok görevli
vardır. Sonradan bu av geleneği terk edilmiştir.
Padişahlar 5. Mehmet’ten sonra av ile ilgilenmemişlerdir.
Ancak “şikar halkı” denilen bu av teşkilatı
korunmuştur. 1600’lü yılların başında
sarayda görevli 30 doğancı, 271 çakırcı,
276 şahinci, 45 atmacacı olmak üzere 592 görevli
çalışmaktadır. İlerleyen yıllarda bu
görevlilerin sayıları azalmıştır.
Osmanlı
toplumunda güvercin yetiştiriciliği saray içinde
ve halk arasında oldukça yaygın bir uğraştır.
1600’lü yıllarda yaşadığı tahmin
edilen ve sözleri Karacaoğlan’a ait olan bir halk
türküsünde bile taklacı güvercinlerden
bahsedilmektedir. Yaptığım aştırmalardan,
taklacı ırkın daha çok halk içinde
yaygın olduğunu, saray da ise süs güvercinlerinin
makbul kabul edildiği gibi bir sonuca vardım.



BAĞDATLI IRKI GÜVERCİNLER



Bağdadi,
Bağdadiye ve Bağdatlı adları ile ülkemizde
bilinen bu güvercin ırkı, Irak kökenlidir. Dünya
da Bagdette, Baghdad gibi adlarla tanınmaktadır. Eskiden
Osmanlı toprakları içinde bulunan Irak’ta,
yaygın olarak yetiştirilmekteydiler. Ancak tüm çevre
bölgelerde değer verilen ve bilinen bir güvercin
ırkıdır. Bir çok kaynakta adından
bahsedilen bu güvercin ırkı için dönemin
en değer verilen kuşu olduğunu söylemek sanırım
yanlış olmaz. Daha çok haberleşme amaçlı
kullanılan bir kuştur. Uzun uçması ve yuvasına
bağlılığı onu, iyi bir posta güvercini
haline getirmiştir. Anadolu’da eski devirlerde “salma
kuşu” olarak kullanılmıştır. Bir yere
yuvasını yaptıktan sonra, başka bir yere
alıştırmak imkansız gibidir. Aradan 10 yıl
bile geçse bıraktığınızda ilk
yuvasını bulur. 1600’lü yıllarda Evliya
Çelebi Bursa’dan bırakılan kuşların
İstanbul’a hemen ulaşabildiklerini belirtmektedir.







DEMKEŞ IRKI GÜVERCİNLER



Eski
kaynakların neredeyse tümünde adı geçen
bir güvercin ırkıdır. Buradan, eski dönemlerde
çok yaygın olarak yetiştirildikleri sonucunu
çıkartabiliriz. Anlatım şeklinden o dönemlerde
oldukça değer verilen bir ırk olduğu
anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, İstanbul
ile ilgili anlatılarında 1638 yıllarında
İstanbul’da demkeş ırkının
yetiştirildiğini söylemektedir.



HÜNKARİ IRKI
GÜVERCİNLER



Ülkemizde
bugün Hünkari adı ile bilinen güvercinler, dünya
üzerinde “Oriental frill” adı ile
tanınmaktadırlar. Oriental frill ırkının
kökeninin Türkiye olduğu ve Türkiye’de
Manisa ve İzmir illeri ile çevresinde yetiştirildiği
bir çok yabancı kaynakta belirtilmektedir. Fransızlar
bizim bu ırkımıza “Cravate Oriental” adını
verirken, Almanlar “ Oriental Movchen” demektedirler.
Hünkari ırkı güvercinler Anadolu’da
yetiştirilmiş bizim kendi ırkımız olmakla
birlikte, bugün ülkemizde tükenme noktasına
gelmiştir.



Osmanlı
sarayında yetiştirildiğini bildiğimiz ırklardan
biri de hünkari adı ile bilinen bu ırkımızdır.
Hünkari adı yalnız sarayda yetiştirilmesinden
gelmektedir. Hünkara ( padişaha ) ait anlamına gelen
hünkari adlandırması, bu güvercinlerin saray
dışında yetiştirilmesinin yasak olmasından
ileri gelmektedir. Bu yasaklama ırkın korunmasını
amaçlamaktadır.



BANGO IRKI GÜVERCİNLER
( MISIRİ, MISIRLI, MISRİ, GÜLLÜ )



Evliya
Çelebi Osmanlı’da yetiştirilen güvercin
ırklarını sayarken Mısıri adı altında
bir ırktan bahsetmektedir. Bu ırkın Osmanlı’da
oldukça yaygın olduğu farklı kaynaklardan elde
edilen bilgilerle desteklenmiştir. Bu güvercinlerin Mısır
kökenli oldukları bilinmektedir.



İSTANBULLU IRKI GÜVERCİNLER



Dünyada
“Damascus” adı ile tanılan bu güvercinlerin,
Eski Mısır papirüslerinde ve taş oymacılığında
figürlerinin bulunması, İstanbulluların
geçmişinin çok eskilere dayandığını
göstermektedir. Eskiden Arabistan yarımadasında bu
güvercinlere Mahomet ( Muhammet ) denilmekteydi. Böyle
adlandırılmalarının belli bir dinsel inanış
temelinde geliştiği bilinmektedir. Bu ırk 1600 lü
yıllarda İran ve Osmanlı devletinde de yetiştirilmeye
başlanmıştır. Bu ırktan Evliya çelebi
de bahsetmekte ve 17.yy’da Osmanlı toplumunda
yetiştirildiğini söylemektedir.



BURSA IRKI GÜVERCİNLER



Ülkemizde
Bursa, Oynar ya da Akkanat adı ile bilinen bu güvercinler,
dünya üzerinde “Bursa Roller” adı ile
tanınırlar. Makaracı ırklarımızdan biri
olan Bursa ırkının tarihinin oldukça eskilere
ve Osmanlı toplumu dönemine dayandığı bir
çok yetiştirici tarafından genel olarak kabul edilen
bir görüştür. Bu konuda elimizde net bir belge
olmamakla birlikte, bu güvercinlerin geçmişi Osmanlı
devletinin kuruluş dönemleri ve Bursa’nın
alınarak sürekli başkent haline geldiği 1335
yıllarına kadar gitmektedir.



DİYARBAKIR GÜVERCİNLERİ



Diyarbakır’da
gül ve ipek merakının yaygın olduğu Osmanlı
Devletinin son dönemlerinde, Diyarbakır’ın ileri
gelen zengin aileleri arasında, konaklarda güvercin
yetiştirilmekteydi. Bu geleneğin Diyarbakır’da
500 yıldan beri var olduğu bilinmektedir. Bu nedenle
güvercinler bölgede biraz da güç ve zenginlik
göstergesi olmuşlardır. Bugün bile bölgede
fazla kuşa sahip olmak bir ayrıcalık ve mevki gibi
algılanmaktadır.



OSMANLI’DA YETİŞTİRİLEN
DİĞER IRKLAR



Evliya
Çelebinin belirttiğine göre, 1600 lü yıllarda
Osmanlı’da, kuşbazlar 500 dükkân ve 600
kişiden oluşmaktadırlar. Yetiştirilen güvercin
ırkları ise şöyle sıralanmaktadır; pal,
taklabaz, şeber, cevizi, Şami, Mısıri, Bağdatlı,
munakkit, alare, marselos ( martoloz ), demkeş, sabe, talazlı,
pelenk, jebar, kızıl ala, kara ala, tekir ala, varkil ala,
sade kut, taçlı kut, çakşırlı kut.



BORAN, BORANHANELER VE
GÜVERCİNLİKLER


Osmanlı
döneminde özellikle Diyarbakır çevresinde,
“boran” adı verilen bir güvercin daha vardır.
Ancak bu evcil bir tür olmayıp yabanidir. Boranlar bu
bölgede gübresi ve eti için yetiştirilmektedirler.
Yabani bir tür olduğundan bu güvercinler için
yapılan özel yapılarda barındırılmaktadırlar.
Boranlar, kale benzeri bu yapıya istedikleri gibi girip
çıkabilmektedirler. Bu kuşlara yem verilmez kuşlar
yemini dışardan kendisi bulur. Diyarbakır’da bu
yapılara “boranhane” denirken başka yerlerde
güvercinlik de denilmektedir. Eskiden Kapadokya bölgesinde
kayalara oyulmuş bir çok güvercinlik bulunmaktaydı.
Bu güvercinliklere bugün de özellikle Soğanlı
vadisinin girişinde bolca rastlanmaktadır. Kayalar
üzerindeki delikler beyaza boyanarak kuşların
dikkatini çekmesi sağlanmaktadır. Kapadokya’da
bu güvercinliklerden elde edilen gübreler, bölgede
yaygın olan üzüm bağlarında kullanılıyordu.



Boranhaneler
gübre elde edilen bir tür ticari işletmelerdir. Bu
güvercinlerin gübresine “koğa” adı
verilir ve çok değerlidir. Bu güvercinlerin etinden
yapılan kebapların lezzeti ise eski dönemdeki bir çok
yabancı gezginin anılarında yer almaktadır.



Boranların
eti de çok lezzetlidir. Diyarbakır boranhanelerinde
yetişen güvercinlerin etlerinin lezzeti dünyaya ün
salmıştır. 1612’de Diyarbakır’a gelen
Polonyalı Simeon seyahatnamesinde Diyarbakırlılar için
şöyle der, “... yemek hususunda da cömert olan
bu insanlar, Lehistan hariç, İstanbul ve Halep’te
dahi görmediğim bir surette mükellef sofralar kurarlar
ve çok lezzetli yemekler ikram ederler. Çeşitli
kebaplar, börekler ve diğer pahalı yemeklerle beraber
ikram edilen koyu ve tatlı Ergani şarabından bir
bardaktan fazla içemezsiniz. Tokat’ın paçası,
Halep’in mıklası ve Harput’un çakıl
ekmeği gibi Amid’in de ( Diyarbakır ) güvercin
kebabı meşhurdur.”



1680’de
Diyarbakır’a gelen Tavernier ise 1682’de yayınladığı
kitabında şunları yazar, “ ... Diyarbakır
toprağı çok verimli olup ekmeği ve şarabı
nefistir. Burada yenilen et başka bir yerde bulunmaz. Bilhassa
burada yenilen güvercin, büyüklük ve tat olarak
Avrupa’dakileri çok geride bırakır.”



OSMANLILAR’DA
POSTA GÜVERCİNİ YETİŞTİRİCİLİĞİ


Osmanlılar
da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme
amaçlı posta güvercini kullanıldığı
bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı
topraklarına katılması böyle bir güvercinin
ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah
İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan
İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır.
Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak
açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına
gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta
güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı
Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile
İstanbul’dan yardıma geldiği haberini
getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam
etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması
sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı
topraklarına katılmıştır.



Bu
tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da
kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline
gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden
biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve
yarışı kazananlara altın olarak ödül
verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl
yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya
savaşının kıtlık dolu yıllarında
ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir.
Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini
ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır.
Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile
ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin
etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim.



Osmanlılarda
haberleşme amaçlı kullanılan güvercinlerin
başında Bağdat güvercini gelmektedir. Bağdat
güvercinleri o dönemde gerçektende çok
kıymetli ve değerli olarak kabul edilmekteydiler.



Osmanlı’da
posta güvercini yetiştiriciliği askeri amaçlı
olarak ele alınmaktadır. Bu konudaki en eski belge 1890
tarihlidir. Bu belge, Osmanlı ordusunda askeri amaçlı
posta güvercini yetiştirilmesini öngörmektedir.
Bu tarihten itibaren Osmanlı ordusu posta güvercini
alımları yapmakta ve bunların eğitimi ile ilgili
çalıştığını bilmekteyiz. 1897
tarihli bir belgede “güvercin posta muhafazası”
adlı bir icadın Paris’teki Osmanlı büyük
elçiliğine gönderildiğini öğreniyoruz.
1895 yılında yazılmış “posta
güvercinlerinin terbiyesi” adlı bir yazı Osmanlı
devlet arşivinde bulunmaktadır. Gene savaş zamanı
Kerç ile Kefe ve Sivastopol arasında haberleşmede
kullanılmak üzere posta güvercini eğitildiği
1898 tarihli bir belge ile bilinmektedir. 1895 tarihli bir başka
belgeden ise, Rus filosunun Karadeniz’deki manevraları
nedeni ile İstanbul ve Nikolajow veya Sivastopol arasında
haberleşmenin sağlanması amacı ile Büyükdere’deki
Rus büyükelçisinin konağının
bahçesine bir posta güvercini istasyonu kurulduğunu
öğrenmekteyiz.



CUMHURİYET YILLARINDA
GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ