Geçenlerde hıyaristandan uzaklaşmak içun milletler mabeyni münasebetler kürsüsüne vasıl olduğumda hıyaristan çalıştığıma muttali olan zevatı kiram ve Akkarizade Serbülent Efendi feylesofluk icra ederek bendenize teveccühen havacem aceba hıyarla babanın ortak özelliği nedir diye sorunca apışıp kaldım; birçok cevap aklıma geldi amma en doğrusu nedir endişesiyle dürüstçe bilmiyorum deyip cevabı sorunun sahibinden rica ettik ki hakikaten çok makul ve nehafetli bir tespit: Hıyarla babanın en bariz ortak kaderi ikisinin de soyulması hadisesidir velakin Hıyar tarladan hasad edilip dışarı çıktıktan sonra soyulur. Babalar ise evden çıkarken çoluk çocuğu tarafından çeşitli istek ve arzularla tazmin edilerek soyulur. Bu iki uygulama birbirinin aynını ifade etse de bunlardan biri hıyar, ötekisi babadır. Peki, baba olup hıyarlığı da deruhte eden mahlukat yok mudur, pekala canibimiz bunlarla dolup taşmaktadır.
Bu soyulma hadisesi bana Hısnı Mansurdaki biberizade(isot) Musa Efendiyi hatırlatıyor. Bundan tam otuzbeş yıl önce komşumuz olan sevimli eşekli bir Musa amca var idi. İsteyenler Adıyaman Pınaryayla köyü muhtarına telefon edip bu hikâyeyi tahkik edebilirler. Aksi takdirde ne yazarsan bana benziyor, beni yazdı, bana sızdı, beni övdü deme zehabına kapılmasın kimse. Pek tabidir ki anlattığım meta bir insan olabilir, bir nebatat olabilir hepimizin menşei aynı olduğundan birbirimize benzeme şansımız da yüksektir. Rahmetli Amiran Hocamızın A.B.D.’deki köylü tipleriyle benim köylülerimin karakterleri aynı ise bizim A.B.D.’li olduğumuz anlamını çıkaramayız. Ancak hepimiz Âdemlerin çocuğu olduğumuzdan naşi birçok özelliklerimiz birbirine benzeyecektir. Hele hele hepimiz Müslüman olduğumuzu zannettiğimiz için isimlerimiz de birbirini tutabilir. Bu sonuç bütün Musa’ların aynı kişi olduğu anlamına gelmez. Eğer bizim köylerdeki Musa’lar bir Yahudi olabilselerdi onların isimleri kesinlikle Musa olmayıp MOŞE olacaktı. Neyse konumuza dönecek olursak Musa amcanın tam dokuz çocuğu vardı. Hepsi de çocuk yaştaydı. Her çocuğun düşündüğü gibi o çocuklara göre de babaları dünyanın en büyük babasıydı. Musa amca biraz tarım, biraz hayvancılık meyanında bazen de o güzelim boz eşeğine binerek halluf ormanına gider bir yük odun getirir, ertesi gün eşeğiyle bu odunları şehre götürüp satar, zaruri ihtiyaçları olan biraz gazyağı, tuz, şeker v.s. alarak evine avdet ederdi. Ancak bu sefer farklıydı. Çünkü Şeker Bayramı arifesiydi. Bütün çocuklar babaları Musa amcayı şehre törenle yolcu ederken hep bir ağızdan baba bana şunu al baba bana bunu al deyip Musa efendinin altından kalkamayacakları fatura çıkarıyorlardı. Aslında çok sessiz ve de sevimli olan Musa Efendi sinirlenip zıvanadan çıkmıştı. Çocuklarına bağırarak hey çocuklar anladım yeter şimdi şehre gidiyorum, odunlarımı satacağım, yetmezse bir de zurnamı satılığa çıkaracağım. Bütün varlığım olan bu eşyamı trampa usulüyle ne getirisi olacaksa hepsini alıp size getireceğim demişti. O gün bugün bütün köylümüz. Rahmetli Musa amcayı bu çağ açıp çağ kapatan darbı meseliyle hayırla yâd etmektedir.
Yine Musa amcanın yeğeni Fako su değirmeninin arığına düşmüş, değirmen birden duruvermişti. Değirmenci Abuzer dede birden dışarı çıkarak bir çocuğun su değirmeninin çarkına sıkıştığını ve ölmek üzere olduğunu görür görmez hemen onu kurtararak sırılsıklam olan ve malum kış mevsiminin etkisinden kurtarmak için yanmakta olan şöminenin önüne götürür, üstünü başını kurutur, karnını doyurur. Amma Fako çocuk ağlamaya devam edince Azo Efendi şirazeden fırlayıp son şansı olan zurnasını Fakonun eline vererek çocuk bak bak işte bu alet dünyanın en büyük enstrümanı diyerek ağlayan yavrucağızı susturur. Pek tabiidir ki o kötü şartlar altında fakr-u zaruret yaşayan insanlarımız her şeye rağmen dik durup kendi şartlarıyla hayatlarını idame ettirip Yunusu, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş-ı Veliyi ve hasetsen Nasrettin Hocayı taklit ettiklerinden ötürü bir lokma bir hırka onların yerli ve de milli kalmalarına yetiyordu.
Hayat çok zordu ancak espri, mizah, hiciv çok güçlü olduğundan ötürü rüzgarın kayadan hiçbir şey anlayamadığı gibi onlar da Cumhuriyet döneminin birer yüz akıydılar.
O zamanlar Anadolu’muzun her yerinde “Şu sazıma bir düzen ver” türküsü çalınırdı. Her Türk kendi sazını çalar kendi türküsünü seslendirirdi vaktaki şu globalleşme tezgâhı muvacehesinde çocuklarımız köyden ilçeye oradan şehirlerimize hicret edip dünya imkânlarından istifade ettiklerini zannetmeye başladıklarından beridir onlar artık sazına ve maatteessüf cümle aza ve cevarihlerine düzen vermek için düvel-i muazzamayı arşın arşın tavaf etmeye başladılar. İyi, çok güzel gidiyor faaliyetler. Hakikaten tebrik ediyoruz. Hatta büyüklerimizin gözleri yaşarıyor bu çabalarınıza. Fakat siz şunu karıştırıyorsunuz, ecdat da vakti zamanında viyana kapılarına dayanmıştı. Pek tabiidir ki kendinizi aynı şartlarda gidiyormuş zannetmeyin. Onlar farklıydı. Onların mehteri vardı. Onlar bir şehre girdiğinde tazimle karşılanıyordu. Ama siz bir yerlere gitmek için sabahlara kadar konsolosların kapısında kul gibi bekledikten sonra giriş yaparken de bütün çıkınlarınıza ve hatta makadı erzalenizin son yivi ve setine kadar kontrol edilip yiv, set, civatada uyum yoksa geri gönderildiğiniz gibi sosyal statünüz ne olursa olsun köpeklere koklatılıyorsunuz. Niçin, neden bu kadar aşağılanmaktan hoşlanırsınız bilmem. Ancak benim başımdan geçek birçok olaydan bir tanesi benim için çok belirleyicidir. Bir gün Avrupa’nın en meşhur merkezlerinden Ferç şehrinde çok sıkışmış bir murahithaneye vasıl olmuştum. Bozuk param olmadığından ötürü bana defi hacet yapmama izin vermediler. O ızdırapla bir alışveriş merkezine gidip lüzumlu lüzumsuz alışveriş yapıp tekrar tuvalete dönüp bozuk paramı ödeyip hacetimi giderdikten sonra derin bir elhamdülillah çekip ve kendi kendime söz vererek Tanrı mecbur bırakmadıkça bir daha Anadolu’nun dışına çıkmayacağımı kararlaştırdım. Bizim zevat kural dinlemez gider gelir. Her dem kendine düzen verir. Li ennehu sen Anadolu’nu tanımadın ki, sen Anadolu’nda yaşamadın ki, sen kendini bu topraklarda hep habis ve mahpus telakki ettin. Ah bir gün gelse de tarağımı ve silahımı alıp batı ellerine düşüversem deyu hep düş kurdun ve kudurdun. Ey ehveni şer batı kutsal olsaydı Rabbim Peygamberlerden bir tanesini de batıya gönderirdi. Malumu âliniz bütün Resul ve nebiyat şarkul evsat ve mezapotamyaya görevlendirildiler. Bu işin metafizik tarafına gelince de, eğer batıda meymenet olsaydı Atatürk oraya mesken kurar ve bir daha bu geri kalmış beldeye ayak basmazdı. Ama Atatürk biliyordu ki batıda da sizin gibi vefa yoktur. Sizi istimal ettikten sonra müstahak olduğunuz kenefe atarlar. Vietnam’da batının batısıyla işbirliğine giren Vietnam’lı generalin A.B.D.de yıllarca bulaşıkçılık yaparak geberdiğini unutmayın. Bizim ecdadımız da cenk haricinde batıya sefer yapmamıştır; ancak Sultan Abdülaziz bundan maada. Bilindiği veçhile Sultan büyük velvele ve şaşaa ile Paris’e vasıl olup küffarın onu rahat nazar eylemesi içün Şanzelize yokuşunda keferetül fecere yolun iki tarafını heyecanla doldurur. O duble Türk Ata binerek saltanat nişanıyla endam eder. Herkes ona taaccüple temaşa eyleyüp vakti zamanında Frenk tabibe zurnasını tefrik edince keferenin ucubiyetten naşi dudakları çatladığı gibi Frenk aleminde beyni çatlamış hepsini temsilen kraliçe hazeratı İstanbul’a gelmek istediklerini beyan edince Sultan Abdülaziz pekala ancak sizi ağırlamak içun bir saray inşa etmem gerekir diyerek mühlet isteyüp alelacele Beylerbeyi sarayını tamamladıktan sonra kraliçeyi bir haftalığına ağırlamak üzere teslim alır; ancak hanımefendi bir yaz kalır. Kendisine telgraf çeken krala da buradan çok memnun olduğunu belirterek keyfini tamamlamaya çalışır. Pek tabiidir ki Osmanlı mutfağı, Osmanlı misafirperverliği ve bilip bilmediğimiz yönleriyle manen ve maddeten cümle aza ve cevarihlerde ikame edilen ağır bir ev sahipliği işte bütün bu devlet ve millet geleneğinin gerektirdiği misafirperverliğin mükafatı olarak Batı tandanslı bilinen Sadrazam Mithat Paşa’nın yüksek maharetleriyle Abdülaziz apar topar saraydan derdest edilip derbent edilerek o adam azmanı insanın bilekleri kesilerek katledilir. Bilahare Abdülhamit ince siyasetiyle Mithat’ı Taife sürüp orada kırnapla boğdurur; amma artık Türk devlet geleneği delinmiştir. İlk darbe Isparta’lı eşekçi Ahmed’in oğlu Hüseyin Avni tarafından tarihe kaydedilmiştir. Demek oluyor ki batı sadece zevahiri kurtarmaya çalışır. Siz eğer güçlüyseniz varsınız yoksa siz her halükarda keenlemyekunsunuzdur.
Sûidil mukarenattan ecmain sanki çıkarma yapar timsali bir içeri bir dışarı girip çıkarken burada Türk orada gayrı Türk olduğunu ispatlamak içun simgelenirken, vakti zamanında ünsiyet kesp ettiğinden ötürü bir türlü terk eyleyemediler. Tapınma faaliyetlerini en azından aza indirgeyip gece, otellerinde gizlice sessizce kürekleri çekip mehtabı uyarmadan hızlıca kalkıp inerken suçüstü tespit edülüp bu ucube davranışları mercek altına alınup bir vesileyle sorulmuştu. Hey mahlukat siz bize yalvarıp yakarıp A.B.’ye girmek içun diz çökersiniz ancak bütün davranışlarınızı mercek altına alıyoruz. Her şeyinizle bize tam teslim oldunuz. Artık bol bol şerbet tüketiyorsunuz. Sadece fercistanımızın değil mak’adatımız da sizden sorulur. Hatta sizin o muhafazakar geçinen köylü ve kırsallarınız bu hizmetlerde madalya almayı fazlasıyla hak ettiler. Fakat bu geceleri gizlice kalkıp inmenizi ve yere abanmanıza bir türlü akıl erdiremedik deyince bizim eblehanı münevveran her zamanki gibi takiyye metoduyla her yerde ve her şartta haklı çıkabilmek için iman esasatından olan yalan, iftira ve mukalata metoduyla ecnebilere ha üzülmeyin ben yarık hıyar olarak sizi temin ediyorum ki ibadetle falan işim olmaz ben sadece sınav çekerim. Bilindiği üzere itikadi nikahi meselelerde şaka, yalan olmaz. Bir kadın ve bir erkek biz nikahlandık derlerse onlar evli sayılır. Yine karımı boşadım derseniz bizim kültürümüze göre yanlış yapmış sayılırsınız. Yine diğer hazirundan er kişiler ecnebilere vallahi biz kültür fizik, kadınlar da biz aerobik yapıyoruz diyerek belayı başlarından defetmeye defetmişlerdi ancak kiramen katibine inandıkları halde o mevzuda da takiyye etmişlerdi. Biliyorsunuz melekler şakadan anlamaz siz ne der ne yaparsanız onları yazmakla memurdur onlar. Bir de baktık ki bir ömür geldi geçti bu hıyaristanın hıyarlarının defterleri sol tarafından verilince hemen itiraz ettiler. Hani bizim yaptığımız ibadetler hiç biri burada kayda geçmemiş diye sızlanınca defterler açılıp yüzlerine okununca kıldıkları namazın, aldıkları abdestin, tuttukları orucun spor, verdikleri sadakanın da reklam amacıyla yapıldığına matufen aslına rücuen kayıt altına geçmiş. Ne yapalım şeytanın bile şeytanlığı herkesi zıvanadan çıkardı amma tanrıyı kandıramadı. Zaten siz sivri zekalılar eğer bir gün keserin sapın ve hesabın döneceğine inansaydınız bu kadar büyük tehlikeyi göze alamazdınız. Haydin şimdi Cehennem hastanesinde tedaviye başlayın. Ancak unutmayın ki kul hakkına Yüce Çalap bile karışmayacağını açıkça beyan ediyor. Yine de kolay gele.
Ama üzülmeyin biz AB’ye giremezsek de AB bize çoktan girdi. Anlaşılan hem abdestimiz ve hem de orucumuz bozuldu. Meşhur kıraat âlimi Emin Efendiye sordular, hocam ramazan ayı yaza doğru geliyor ne yapalım. Denize girersek orucumuz bozulur mu? Hoca Efendi de hayır hayır siz denize girince orucunuz asla ve de kat’a bozulmaz. Ancak deniz size girerse o zaman oruç bozulur. Peki, bu nasıl olur bu girme işi eğer ağzınızdan, burnunuzdan, bir de yiviniz ve setiniz bozulmuşsa, yani tabii deliklerinizden giriş olursa bozulur, yoksa diğer dolaylı göz gibi deliklerden giriş olursa oruç bozulmaz. Onun için denize ve batıya girerken dikkatli olacaksınız. Siz onlara girerken hiçbir şey lazım gelmez. Hatta besmeleyle girerseniz evladı fatihan sahibi olursunuz. Fakat onların size girmesine fırsat vermemek için ağzınıza ve hassaten makadı muazzamanıza sahip olacaksınız. Çünkü eşek kıçının sayesinde anırır. Eğer eşeği yağlarsanız onun anırma faaliyetine son vermiş olursunuz.
Neticeten bir şekilde AB bize biz AB’ye girerken başımızdan geçenlere bir pelesenk verecek olursak, beyaz adamın ABD’ye ilk gidişini soy kırımını ve kızamık mikroplu battaniyeleri yardım kisvesiyle siyahilere dağıtıp dünya tarihinde ilk biyolojik tasallutu unutmamak gerekir kanaatindeyim.
Binaenaleyh yakın komşumuz, açık müttefikimiz gizli düşmanımız batıya ticari münasebetler muvacehesinde turfanda tacirlerimiz bol miktarda hıyargillerden ihraç etmek için başvurduğumuzda bize incelememiz gerekir şeklinde cevap verip hıyarlarımız üzerinde ciddi proje hazırlanıp rapor olarak sunulmuştu. Sonuçta Batı bizden asla ve de kat’a hıyar ithal edemeyeceğini, gerekçeli karar olarak da, bizim Türk hıyarlarının farklı boy cins standartta olduğu, hâlbuki batı standartlarına göre Avrupaya gidenler bilirler. Hıyarlar tane ile alınır. Hepsi uzun sevimsiz ve ambalajlanmış şekilde satılırlar. İnsanlar marketlerden bir tane hıyar satın alıp evlerine getirirler, buzdolabına koyup lazım oldukça ucundan azıcık kesip salatalarında istimal ederler. Hâlbuki bizim kültürümüz her konuda olduğu gibi hıyar konusunda da çok zengin olup haddi zatında hıyar dünyanın dörtte bir tarafına bizim medeniyetimizin bir nüvesi olarak yayılmıştır. Batı bize hıyarımızı bile kendine benzeterek tanıtmayı ve bilahare benimsetmeye çalışmaktadır. Bugün batıda aileler markete gidip iki domates, bir hıyar alıp mutfaklarına avdet ederken bizim Anadolu’nun en garibanı bile bostanına gidip elli altmış hıyar ve domatesi taam eyledikten sonra bir eşek yüküyle evine zerzevat getirir ve cümle komşusuna da hediye eder. Her konuda olduğu gibi hıyar ve hıyarlık konusunda da fark atmışızdır elhamdülillah. Ne yapalım ey batı hıyarlık yapanlarımızla oynaşıyorsun, biliyoruz; bari hıyarlarımızı elleme olur mu? Bizim kültürümüzün, medeniyetimizin yediyüzün üzerinde hıyar çeşidi vardır. Hıyarla ilgili makalemde bunları görmüşsünüzdür. Ama kısaca bizim milletimizin çengelköyü, langası, acuru, hırhınniği, kırığı, yarığı ve bilumum hıyaratı müşarünileyhtir ve bunların hepsinin çapı, markası, rengi, kütüriyeti, lezzeti farklıdır. Özetle bizim her bir hıyarımız birer markadır. Batı standartlarına göre bir tek hıyar çeşidi vardır. Kusura bakmayın size hıyar ihraç edeceğiz diye bütün hıyarlarımıza aynı boy ve düzeni vermek mecburiyetinde değiliz. Bizim hıyarlar hıyar olarak kalacak; eğer sizin işinize geliyorsa hıyarlarımızı Türk hıyarı olarak yiyeceksiniz. Aksi takdirde hıyara sizin düzeni verdikten sonra o hıyar bizim hıyar olmaktan çıkmış demektir. Yeter artık kainattaki bütün insanları kendinize benzettikten sonra o zavallı nebatatı bile tarlalarında serbest bırakmayıp onlara çeşitli geometrik şekillerde plastik giysiler giydirerek köşeli kavun, karpuz, ince uzun hıyar yetiştirip hakimiyet budalalığınızdan vazgeçin. Tanrı ve tabiat bize neyi nasıl tabii bahşediyorsa ona saygı duyalım. Yoksa aramızdaki bazı beyinsizler yüzünden helak oluruz ha haberiniz olsun. Gerçi bazı batılı tarikatler dört gözle kıyameti bekliyorlar amma bu gemi hepimizin biz kıyamet falan beklemediğimiz gibi köşeli veya başka geometrik zorlanmış mahsul istemiyoruz. Elinizi yakamızdan ve hıyarımızdan bırakın, her şey tabii kalsın tamam mı?..
Şimdi AB’ye mutlaka gireceğim diye çırpınan zevata sesleniyorum. Senin hıyarına tahammül etmeyen bir zihniyet senin o kocaman tarihine, kültürüne tahammül eder mi? Pek tabiidir ki etmez; hıyar misalinde olduğu gibi.
Bizim batı hayranlarının anlamakta güçlük çektikleri bir realite var ki onu hiç görmezlikten gelirler. Size diyorum ki mademki bu kadar muhabbet var hayırlı olsun demekten başka çaremiz yoktur. Öyleyse tez elden bizim vatandaşlıktan kurtularak o sevdiğiniz ülkelere vatandaş olup zıbarın. İşte o zaman göreceksiniz ki, size orada prof’luk yok, generallik yok, iş adamı olmak yok, olsa olsa zenciler gibi el becerisine dayanan işler, maden ocaklarında kazma, çocuklarınız da meslek mekteplerine.. Çünkü ben bir kitabımda yıllar önce Almanya’da dönem birincisi olan Türk çocuğunun birincilik payesinin elinden alınarak, yabancı birinci olamaz denilip nasıl rencide edildiğini ismiyle birlikte yazmıştım. Hey yarı müstemleke zihniyetli hemşerim, batı eğer bugün seni muhatap alıyor, istediğin mektepte talim etmene izin veriyorsa sana, benim üzerimde oynaman için yatırım yapıyor. Çünkü sen batılı değilsin. Zaten olamazsın da. Sen sadece ve sadece beni ve kültürümü temsilen teşarşür yaptığından naşi muhatap kabul ediliyorsun. İstersen bizden tamamen iplerini kopar, oraya yerleş de seni ve sana yapılacakları hep beraber seyredelim. Öyleyse Reddi Miras etme, mirasyedi de olma. Ya benim gibi ol ya ötekisi gibi ol. Yani olduğun gibi görün. Bu ara form ne sana ne de bize bir şey kazandırmaz. Belki gurabanın takiyesi su kaldırabilir, amma tam yetkili ve mensubiyeti bariz bir münevverin, gerçi münevver olmasa bile deruhte ettiği makam dolayısıyla bukalemun politikası lüks olacaktır.
Yeri gelmişken ceberut amcanın karti köyünden kuruyayla köyüne eşek yüküyle getirdiği yüz kilo hıyaratın beyaz, sarı, yeşil ve çeşitli çap ve markadaki acuratı zevkle tazim ediyoruz. Bu dünyanın arzı çok geniş, insanları da rengarenk. Bu dünyada herkese yetecek kadar bol miktarda hıyar ve hıyaroğlu hıyar meskun olup, herkes kendi medeniyetine, kültürüne, milletine ve coğrafyasına hıyarlıkta hata etmese bu kısa ömrümüzü heba etmeden geçireceğiz demektir.
Amma:
Mugalatada ahir dem tezvirattan na kam-ı, na baht, na hoş ve hatta tahtel kudema-i serzan-ı mukalkaleden deruni an serfirazeden la müteeddiben biçare-i har-ı tahmir, humeradan mahmur darda dar, bekada daimen dar, keenlemyekün’den tehellüke müstehaksın ey darı edrarı müdararat.
Penaikten ar arı tarı marı har hududen tahtel tahatturatül muhar ucuben, acben ve muacceben el eman-ı darı karı bar hukuken ve hakikaten elfazı baz. Hüda maten ser müderrisatı duhanizade-i vel bakar an kariben ve mütelezzizen efkaren taamen mütear, saniyen müderris arzuman efendiden terbiyeli işkembe ziyafetinde Hayrullah Şanzumi havace her şeyin terbiyelisi esastır. Terbiyesiz olunduktan sonra müderrisin de kahrı encamı çekilmez deyince tekabbelallah lafzı celili müteharriken müdellel kılındı. Ahu vah, ya a’az kelamı kadim müfteriyat katl’den eşeddir. Elan ne oldu iftira-i azmı cezmü kast-ı deruhtat-ı melanatı rezilü rüzela-i fahşı şakkı sadrı sureti hakika gerek hukuken ve gerekse mütehakkiken müteammiden müteahhar, vel müteammiden daimen müteahhar Marko Paşamız bile şak eyledi eyvah eyvah mermer çatladı.
İstecib istebşir ya darı dar edramında hıyar vel cinnet mustetal, isti’dal tezellümün hançer-i rüsteme izmihlal hal vel ebrar talan-ı kal vel talanı insi cinni vel muhal-ı havl al, al, al. Ucuben ve müteaccüben müte’al ta’tilen ala külli halen hal. Ah muhal Ah muhal, muhal bile zulmünde tahtelli reval, kal, kal, kal ala külli hal. La müeddeben ve la müeddiben, müteazziben ve la mütelezzizen edramı firengi tahallülen mütehal ve mütezellilen azal.
Dardar-ı har-ı mükalematta yeğsin ibtidaiyeden maada kalem sürtmedin. Eğer ki mükellefiyatınla neşir evleviyetiniz olsaydı süfliyatla iştigale eman kalmazdı. Yarabbi şükür her kuş ismiyle müsemmadır. Kartallar yalnız uçar lezazet yer, kargalar ecmain uçar bok yer. Her mahlukat kendini eder. Ya mucir ecrar mısın car mısın bilemem.
Harhar-ı tarımarı hırar
Tartar-ı har-ı zar-ı Nigar.
Müsakeşatta Dilbaz-ı rahmi hançereye pelesenk olmaktan başka çare olmadığında bunu arap kültürüne giydirip sineye çekebilirsiniz.
Ancak batı ve batının batısı size bu ameliyeyi göstererek zapturapt altına aldıktan sonra size cebren ve hile ile Makad’dan Dilbaz-ı hançereye pelesenk kaderini biçerse karışmam. Çünki beyaz adamın emanı olmaz, beyaz adamın ne yapacağı konjonktüre göre belli olur. Eğer medeniyetleri yenilmişse onlar dünyanın en güzel adamıdır. Ama bir gün güç ve kudret sahibi olmuşlarsa artık sana ve senin gibi varlıklara hayat hakkı yoktur. Bütün dostluklar rafa kaldırılmıştır. O büyük hizmet ki müsakeşede alın teri dökerek rahatlattığın mahlûkatın teşekkürü tarih bile olamamıştır. Batının iki yüzü var, biri öyle biri böyle, bu yeni değişmedi, değişmeyecek de. Ancak beni ve hıyaristanı üzen şey vakti zamanında mahremine musallat olan, mensubiyetinin en aziz varlığını silah ve üniforma gücüyle tardeden kellebariye cihad ilan edip biz gurebayı şehadetle müjdeleyip küffar zerzevatı patlıcanı tam kahrü perişan edilmişken çeşitli komplo vaziyetleri alıp utanmayan o yüzüne maske bulmak için bütün ömrü boyunca şu söyledi, bu emretti, o yaptı diyerek kendisini setrettiğini zanneden hilkat garibesi ucube hıyar bütün yaptıklarını konjonktür öyle icap etti, ondan böyle yaptım diyerek kurtulduğunu zannetme. Bir gün de bu işi ben yaptım de, ister doğru yap ister yanlış. Tanrı sana sadece hıyar değil ihtiyar da ikram etti. Yeter ki sen kendine gel, hıyar olduğunu anla; ancak sen de, ben de bu toprak-lardayetiştik, bu milletin ve bu kültürün hıyarıydık unutma. Saniyen hıyar ekerken dikkat edilecek kurallardan bazılarını da zikredecek olursak: 1) Hıyar ekerken osurulmaz. Çünkü hasad edilecek hıyar acı olur. Acı hıyarı ve patlıcanı kırağı çalmaz; ancak kesinlikle yenmez zehir gibidir. 2) Yine hıyar ekerken sağlam bir besmele çekmez iseniz neseb-i gayri sahih olur. Bizden söylemesi.
İşte size kısa da olsa bir hıyar ve AB serencamını seyrettirdik. Daha yazılacak çok şey var ancak ömür çok kısa, kısacası bizim hıyarımızın endamına tahammül etmeyen ötekinin bizim için ne düşündüğünü siz karar kılın. Enver konjonktüre göre davrandı imparatorluk göçtü, Vahdettin konjonktürün kucağına sığındı tabutuna kasaplar bakkallar haciz koydurdu. Ama Atatürk konjonktüre inat Anadolu’nun bağrında cihad etti ve bugün biz de varız diyebiliyoruz. Tanrı ondan ve onun efradından razı olsun. Amin.. Ama senden ve senin gibilerden asla. Çünkü bir gün gelir konjonktür milletimizin yer yüzünden kaldırılmasını isterse sen her zamanki alışkanlığın gibi konjonktürden yana olacaksın da ondan. Bu dünyayı paylaştığımızdan naşi gerek komşularımızla ve gerekse bütün dünya devletleriyle kavgalı olmaksızın sadece ve sadece mütekabiliyet esasatına göre her türlü haşir ve neşirin makul olacağı kanaatindeyiz. Ancak bizim tehlike addettiğimiz muamelatın adeta imamın elindeki cenaze gibi sıfır refleksli olmakta olduğuna dikkatleri çekmek istiyoruz. Geçenlerde bir çalgı takımımız gurbet ellere vasıl olmuş, zurna eşliğinde kültür icra edilirken ses kirliliği yapıyorsunuz diye muvazzafı zurnayı kırıp ilgili zatın münasip bir yerine sokmuştu. Hâlbuki bizimkiler oralara gittiklerinde bu zurnalara kıyam yapılmış, hassaten bunların peşrevli, peşrevsiz icra edilmesi ve karma bir ırkın elde edilmesi için adeta müsakeşe yarışları tanzim edilirken bizimkiler oralara kendi köylerini de beraber götürüp absorbe olmayınca kıyamet kopmuştu. Beyler eğer siz başta hıyar ve hıyarlıkta kendi markanızı kaybetmedikçe kimseyle hemhal olamazsınız. Ya doğulu ya da batılı olacaksınız. Ara formun bir kıymeti harbiyesi yoktur.
22 Ağustos 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder