Ahmet Selim Efendi adında bir zat geçenlerde bir ceridede “Doğru yolda eğri yürüyenler; eğri yolda yürümeye çalışanlardan daha geride düşebilirler. Tenkitsiz tahlil, sezgisiz terkip olmaz. İkisi bir araya gelmeden de tefekkür doğmaz.” Şeklinde güne bir söz sokuşturmuş pek tabiidir ki anlayana.
Yine vakti zamanında Mehmet Efendi adlı, küfürbaz bir derviş varmış. Mensup olduğu tekkenin şeyhi, bu halden vazgeçmesi için kendisine hayli nasihat etmiş. Bakmış olmamış. Derviş Mehmet Efendinin ağzına bir bakla tanesi koymuş. Bu bakla dilinin altında olduğu ve durduğu müddette aklına gelsin ve küfür etmeyesin diye tembihte bulunmuş!..
Mehmet efendi bir zaman küfür edememiş.. Fakat yağmurlu bir gün şeyhiyle beraber bir sokaktan hızla geçerler bir evin penceresinden bir kız çocuğu başını çıkarıp:
-Şeyh Efendi Hazretleri biraz durur musunuz? Demiş. Şeyh belki hastaları vardır da nefes ettirecekler diye durmuş beklemiş.
Aradan yarım saat geçmiş, artık iyice sırılsıklam olmuşlar, fakat yine ses yok. Şeyh dervişi gönderip sorduracağı sırada, kız gene pencereden görünüp:
-Rica ederim biraz daha durunuz demiş.
Yağmur devam ediyormuş… Bir yarım saat daha beklemişler, ses yok. Artık gitmeye karar verdikleri sırada kız pencereden uzanarak seslenmiş:
-Artık oldu gidebilirsiniz. Şeyh merak etmiş bekletmesinin sebebini sormuş. Kız:
-Efendim tavuklarımızı kuluçkaya yatırmıştık. Kuluçkanın altına yumurtalar konurken bir büyük kavuklunun başına bakılacak olursa piliçlerin tepeli olacağını annem duymuş da siz geçerken gördü, bakmak için bekletti. Deyince Şeyh Efendi büyük bir hiddetle Derviş Mehmet’e bağırmış:
-Evladım o dilinin altındaki baklayı hemen çıkar.
Bizim hıyaristanın cümle hıyaratı ve hasetsen hıyarto ve hıyarı azamları, gurebayı herkese deli divane, embesi, bilahare rütbelerin en yükseği olan şizofreni ile müsemma kılıp derhal ortadan kaldırılıp belediye ekiplerince defnedilmemiz içün elinden geleni geriye bırakmadılar. Hâlbuki vakti zamanında uzun yıllar biz gurebayı azmettirip kainatta ne kadar hilebaz ve yaramaz mazarrat varsa hepsine küfür etmemiz, taan mizah ve hiciv yapıştırmamız için yapılması gereken her türlü say’ü gayret, azmettirme, teşvik, ayak verme ve bilahare zevkten dört köşe olunup ihya vaziyeti ve hatta nirvana yaparlardı.
Vaktaki keser, sap ve hesap dönüp kainatta defteri dürülmeyen kimse kalmayıp sıra kendilerine gelip hafif bir kalem sürttüğümüzde adeta kuduz gibi kudurdular.
Behey gafil hıyarat siz kul hakkını yersiniz. Hem de kendi akidenize göre sizin hakkınızmış gibi değerlendirip her türlü tezgahta yoğurup kemali afiyetle götürürsünüz.
-Yine siz yalanın en kavisini söylersiniz.
-Yine siz fitnede birer üstadsınız.
-Yine siz laf götürüp getirmede uzmanlaşmış olup, hem de söylenilmeyenleri söylenmiş gibi götürür getirir, sonra kendinizde inanırsınız.
-Yine iftirada uzmanlaşmış ve de azmanlaşmışsınız ki “Yüce Çalabın kitabına göre bir katl bütün kainatı öldürmek gibidir. İftira ondan da beterdir.” Bu konuda da havanıza ins ve cin kavuşamaz.
-Gureba size daha doğru dürüst küfür bile söylememişken canhıraş kudurdunuz.
-Aslında küfretmenin bile bir şeref ve haysiyeti vardır. Siz hıyartolara küfür etmek bile caiz değildir.
Hassaten ve neticeten kim olursa olsun yalan, dolan, iftara, gıybet, dedikodu, müzevirlik yapıyorsa Yüce Çalap onu kahhar ismi şerifiyle kahretsin. Âmin…
Biraz da erken kahretsin de herkese ders olsun!.. Âmin…
22 Ağustos 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder