Bilindiği gibi alışıla gelen adet herkes hatırat tutup evlatlarına öldükten sonra yayınlanmasını vasiyet ederler. Çünkü başlarına gelecekleri bilirler. Tarihte doğru sözlüler de yok değildir. Pek tabiidir ki cezalarını da göğüslemişlerdir. Bu hakir de elli yıllık hatıratını henüz vezaifteyken yayınlamış olup başına gelmeyen kalmamıştır. Haktan ki laik ve demokratik bir rejime sahibiz; yoksa kelle çoktan gitmişti.
Size soruyorum eğer bir tenkid gerekiyorsa ve bu iş zamanında ve zemininde yapılmıyorsa bunun ne kıymeti var. Bizim eski hatıratlarda yüz sene evvel namussuz bir yöneticinin olduğunu, insanlara zulmettiğini yazıyorsa ve biz de tarafları bile tanımıyorsak bu zevzekliğin ne değeri var. Onun için diyorum ki her kim ki hatırat yazıp zamanında ve zemininde dillendirip bastırmıyorsa o kişi sadece ve sadece dedikoducu bir şerefsizdir. Kimsenin eski müvesvislerini okuyup beynimizi kirletecek zamanımız yoktur. Ortada tarihimizde arslanlar gibi üç tane harname müellifi var. Gören Allah için söylesin. Kelleleri gitse de onlar doğruyu söylediler. Hak onlardan razı olsun. Vaktinde ve müstehakına söylenmeyen söz doğru da olsa hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan sözdür. Hayatımda en nefret ettiğim şey, bazılarının yaptığı gibi ben olsaydım şöyle derdim. Yine ben olsaydım şöyle yapardım demektir. Çünkü bu zevat ömründe ne bir defa olur ve nede bir defa söyleme cesareti göstermeden mukalkala ve mavrayla ömürlerini tamamlarlar. Şekil A da görüldüğü gibi.
Şimdiye kadar yaşadıklarımızı ve söylemek istediklerimizi usturubuyla yazdık ve yayınladık. Bundan sonraki ömrümüzde de yaşayacaklarımızı zaptı rapt altına alıp daha keskin bir şekilde dillendirerek yanlışları tenkit, doğruları takdir ederek hizmet etmeye gayret edeceğimizden kimsenin endişesi olmasın. Zaten en büyük faturayı ödedik geriye bir can borcumuz kaldı. Hainler paniklesin hepsi o kadar.
Pakistanı ve Pakistanlıları çok ama çok severim. Onlar çok garip ve gurebadan müteşekkil olsalar da, İngilizceyi çok iyi bilseler de değişen hiçbir şeyleri yoktur. Onları bir Türk gibi hep sevmişizdir. Onlar her şeye rağmen nazik, kibar, nahif ve de Müslüman insanlardır. Onlar bizim kader yoldaşımızdır. Onların Mehmet Akif Ersoy ayarında Muhammed İkbal’leri vardır. Pakistanlıları bütün yanlışlarına rağmen İkbal’in çocukları olarak telakki eder hep ona bağışlamışımdır. Vakti zamanında Osmanlımız yıkılmış Türkiye’mizi de inşa etmek için çaresizlikten çırpınıp kurtuluş savaşı vermek için olmayan kaynakları araştırırken İkbal büyük bir miting düzenleyip bu meşhur mitingde şu konuşmayı irad eder: Sevgili Pakistanlılar bu gece Resulullahı rüyamda gördüm. Bana İkbal ne getirdin diye sorusuna, Ya Resulullah sana Trablusgarp cephesinde şehit olan Türklerin bir şişe kanını getirdim diyerek işte bu gün Yüce Türk Milletinin tarih sahnesinden silinip silinmeme mücadelesi söz konusudur. Hepinizden yardımlarınızı bekliyorum der demez bütün Pakistanlılar varını yoğunu, hanımlar bileziklerini, küpelerini, erkekler hiçbir şeyi yoksa entarisini çıkarıp ortaya koydular. Sonuçta tarihçilerce malum olan büyük bir meblağ oluşturulup Rusya üzerinden bizim topraklarımıza kavuşturuluyor. Bu para Milli Mücadelede kullanıldığı CHP’nin mas-raflarında ve hassaten İş Bankasının kuruluşunda değerlendiriliyor. Onun için Pakistanlıları sevmek mecburiyetindeyiz. Çünki bayrakları bile bizimkine benzemektedir. Onların tasası ve kıvancı bizimkinden farksızdır. O garibim milletin üzerinde de çok oyunlar oynanmakta, hatta vakti zamanında Ziya-ül Hakkı haklamak içun ABD kendi büyükelçisinden de vazgeçtiği hep yazıldı çizildi.
İşte yine Pakistanımız kaynatılmakta, o güzelim insanlar batının ve batının batısının emellerine kurban ediliyor. Tam bu hengamede günlük gazetelere bakarken şu haberi sizinle mütalaa etmek istiyorum. Evet haber Orgeneral Müşerrefle alakalı. Size samimiyetimle ifade etmek istiyorum ki Pakistan’ın bütün devlet adamlarını bizimkilerden ayırt etmeyecek kadar severim. Ancak şu haberin hafifliğine beraberce bakalım. “Müşerref ağlayarak bıraktı” Revalpindi, Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref, tartışmalara yol açan Genelkurmay Başkanlığı görevini bıraktı. Sivil devlet başkanı olarak yemin etmeden bir gün önce düzenlenen devir teslim töreninde konuşan Mü-şerref Pakistan ordusuna veda ettiğini bildirmekten üzüntü duyduğunu belirterek ordunun Pakistan’ın kurtarıcısı olduğunu söyledi. Duygusal bir konuşma yapan Müşerref’in gözlerinden birkaç damla yaş aktığı da görüldü. Müşerref, daha sonra Genelkurmay başkanlığı görevini törenle General Eşfak Kayani’ye devretti.
Hakikaten bu gibi hayati vezaifi deruhte etmek herkese nasib olmaz. Bu bir bakıma kaderin cilvesi ve Tanrı Teala’nın da mazhariyetidir. Yaratılış itibariyle her kul bu gibi onurlu nefsî rütbelere sahip olmak ister. Bu sevdaya kapılmanın kınanabilecek hiçbir tarafı da yoktur. Bunu da normal karşılamak gerekir. Ancak filozoflar ve onun bir rütbe altı olan meczuplar için bu makamatın hiçbir anlam ve de değeri yoktur. Ama kader size bu rüzgarı estirmişse oturup çocuklar ve kadınlar gibi ağlamanın size zarardan başka bir şey getireceğini zannetmiyorum. Peki ne yapalım derseniz size iki büyük insandan misal vermek istiyorum. Tarihe ikinci Ömer olarak geçen Ömer Bin Abdülaziz hükümdar olup sarayına gittiğinde orada binlerce asker görevli ile karşılaşır ve onlara sorar, siz kimsiniz, burada ne işe yararsınız der. Onlar da sultanım biz sizin korumalarınızız derler. Hükümdar onlara peki beni Azrailden onun emanetimi teslim almasından koruyabilecek misiniz sorusuna hayır ona gücümüz yetmez cevabını alınca öyleyse haydin buradan gidin der ve hepsini başka görevlere atar. Günümüzde de büyük devlet adamları çok modern usullerle korunduğu halde yaptıkları icraatlar bazen zülfi yare dokunduğunda ya bir bardak şerbetle ya da uçaklarının bir cıvatalarının hafifçe gevşetilmesi maharetiyle encamına encam verilebilmektedir. Haddi zatında her ziruhun belli bir metreküp su, belli gramaj ekmek ve sayılı soluğu olduğu halde ve tarihten günümüze kadar cümle ziruhun ve habibullahın irtihali vakiiyken bu yaşı altmışı geçmiş zevatın bu dünya veya hıyaristan muhabbetini anlamak na mümkün. Üstad Necip Fazıl’ın;
“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?...” (1977)
Şiirini iyi okumak lazım.
Yine lider olmak kolay bir iş olmasa gerek. Atatürk’ten de bir misal vermek istiyorum. Bilindiği gibi Atatürk vakti zamanında henüz korgeneralken istifa edip Milli Mücadeleyi sivil ve bağımsız olarak yürütmek mecburiyetinde kaldığında şu cümleleri yazmıştır. “Evet bugün canımdan çok sevdiğim mesleğimden istifa ediyorum” demiş ve bir tek damla gözyaşı dökmemiştir. Şüphesiz ki Atatürk de bir insandır. Onun da sevindiği ve de çok üzüldüğü zamanlar olmuştur. Ama o hep ölçüyü koymayı bilmiş. Ne çok sevinmiş ve ne de çok üzüldüğü zamanlarda duygularına teslim olmamıştır. Ben şahsen Atatürk’ün çektiği bütün zorluklara rağmen ağladığına dair bir kayda rastlamadım. Eğer bunu tespit eden varsa söylesin yanlışımı düzeltmeye hazırım. Çünki zor zamanlarda zorluklara ve çetin mücadelelere göğüs geren insanlara lider denilmektedir. Zira lider olunmaz lider olarak doğulur. O ayrı bir mazhariyettir. Geçen sene rahmetli Atilla İlhan’ın Teşvikiye Camiindeki cenaze namazına ve aşiyandaki ebedi istirahatgahına tevdi edilmesine bizzat katılmıştım. Bu zatı her zaman takip etmiş hatta bir ülkü kişi olarak kabul etmişimdir. Bu vesileyle bütün milli organizasyonların baş tacı olan Kuvvayı Milliyeci Fatma Ragibe Kanıkuru’nun devlet protokolüne serzenişini buraya almak istiyorum. Fatma hanımın başının üzerinde tuttuğu o kocaman çerçeveli ki delikanlı bir yiğidin bile onbeş dakika taşıyamayacağı, ortasında Atatürk’ün resmi, bir tarafta istiklal marşı, öbür tarafta da Atatürk’ün geçliğe hitabesi olan ağır camlı çerçeveyi saatlerce taşıyor ve bütün milletine, hassaten orada bulunan sivil, resmi bütün devlet erkanına haydı uyanın kendinize gelin devlete millete sahip çıkın. O giydiğiniz üniformaların hakkını verin. O üniforma ki adı üzerinde o ünlü bir formadır. Onu taşıyan herkes devletini ve milletini temsil eder. Üniformalı kişi kim olursa olsun her şeyine dikkat eder. O çarşıda, pazarda simit, mısır yiyemez, laubalilik yapamaz, her yerde oturamaz. Yaptığı bütün hareketlerine dikkat etmek mecburiyeti söz konusudur. Dolayısıyla Fatma Hanımın dediği gibi her meslek erbabı işinin gereğini yapacaktır. Şahsen ben kazara böyle bir vezaifi deruhte edebilseydim bir gün gelip emekli olduğumda kazasız belasız bu emaneti milletime tevdi edebildiğim içun Tanrı Tealaya şükür kurbanları keser ve ağlamak yerine sivil milletimle kalan ömrümü değerlendirip tecrübelerimi yazmaya çalışırdım. Çünkü bu gibi görevlerin sürelerinin olması da demokrasinin çağımıza bahşettiği bir imkandır. Eskiden insanlar geldikleri makamlara kene gibi yapı-şır kalırlardı. İşte Osmanlı’da maalesef bu gelenek vardı. Devlet güçlüyken fazla bir sorun çıkmıyordu. Amma devlet saygınlığını yitirmeye başlayınca Ispartalı Eşekçi Ahmedin oğlu Hüseyin Avni Paşa Sultan Abdulaziz’e önceleri şaklabanlık yaptığı halde bilahare onu köşkten indirmek içun hemdaşlarıyla ittifak eyleyüp sultanın refikalarına nahoşluk yaptıkları gibi Abdulaziz’in de bileklerini keserek ortadan kaldırıyorlardı. Çüki insanoğlu kadar zalim bir mahlukat henüz yeryüzüne inmemiştir. Yüce Çalap da kutsal Tıbyanında “şüp-hesiz ki insan zalim ve cahildir” demiyor mu?
Bizim İslamdan önceki Türkler bile bunu fark edip milletin gazını aldırmak ve idare sınıfına karşı hıncını hafifletmek için senede bir kez hakan evini çadırını talan ettirirlerdi.
Aslında demokrasinin bedelini ödememiş olmamıza rağmen yöneticilerin zaman zaman değişip aramızda bizim gibi mütevazıleşmeleri sosyal düzen açısından çok faydalı olacağı kanaatindeyim. Eğer bu uygulama bihakkın yapılabilseydi bizim devlet geleneğimizde tarihte ve hatta günümüzde bile etkisini sürdüren siyaseten katl diye bir handikabımız olmazdı.
Neticeten ey insanoğlu insan hepimiz birer insan olmaktan başka bir şey olmayıp tek başına da hiçbir anlam ifade edemeyeceğimizi idrak ederek kâinattaki bütün mevcudatın ve her feridatın kendisi açısından merkez olması hakikati olsa da her birimiz bütünün birer parçasıyız. Hiçbirimizin diğerinden ne üstünlüğü ve ne de ehemmiyetsizliği mevzubahis değildir. Hepimiz yeryüzü tiyatrosunun birer oyuncusuyuz. Bize düşen şey rolümüz ne olursa olsun onu en mübarek rol olarak benimseyip oynamaktan başka yoktur çaremiz.
Neticeten: Fark+Cem=Tevhit.
Vesselam!..
22 Ağustos 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder