Bugün 22 Kasım 2007 Perşembe. Devrin en kıymetli zabitanı şerifi Ergenekon Miralayımla Asitane’nin Asitane Lokantasında buluşup hasret giderdikten sonra her zamanki gibi millet ve memleket meseleleriyle hemhal olup dertleşirken asrın ceridecisi dehşetül vahşet İlker Alpkaya ki eski hava kuvvetleri kumandanlarımızdan Alpkaya Paşa hazretlerinin yeğeni de bize dahil olup mükalkale ve karışık pide ziyafetiyle müzeyyen olup çay ve kahve faslından sonra evlerimize avdet eyledik. Hülasatımız, vakti zamanında Necabettin Miralayımı-zın herkesle mükalkalesi ve içtimai münasebetlerdeki sertlik muvacehesinden naşi bir şekilde ikna eylenüp devrin tabibi seraskeri tabib el Miralay Nasırlıoğlu Cahit Efendidir ki Kasımpaşa bahriye şifaha-nesinde psikiyatrist olup şifa dağıtırken bir vesileyle onun mübarek ellerine teslim ve tesellüm olunup bir hafta boyunca yapılan tetkik ve tedavi neticesinde bağırarak: Evet hastalığınıza teşhis koydum, diyerek heyecanlandığı gibi bütün hazırunu ve hassaten devrin seraskeri Miralay Necabettin Efendiyi heyecana gark eder. Necabettin Efendinin vahim bir şekilde netayici beklemesi bir an önce tabib mi-ralayın müşarünileyh emrazın namını ifade etmesi calibi dikkatte ser-güzeşt olmuştu ki, Tabib Efendi, evet sizin hastalığınızın adı “puştluklara karşı ani feveran hastalığıdır” deyince sular durulup ha-zırun gülüşmeye başlamıştı. Neticeten Necabettin Miralayın herhangi bir hastalığı vaki değildi. O namuslu bir vatan evladı olduğundan ötürü işinde fevkalade titiz ve mizan ehli olduğundan yanlışlığı kendisine şiar edinen gerçek hastaların ekseriyete sahip olması kendilerinin değil tek başına kalan bu namuslu insanı hasta telakki etmişlerdi. Bugün üzerinde durulması gereken çok ciddi bir meseledir bu kanaatimce. Kimin hasta kimin sağlıklı olduğu karma karışık bir vaziyet almıştır. Necabettin beyin tek şansı tabibin de işinin ehli olmasıydı. Aksi takdirde kazara hasta muamelesi görüp ziyan olabilirdi maazallah Çalap esirgesin.
Bilahare fakirhanemde kendilerine “İnsanname” gönderdiğim dostlara teker teker telefon ettiğimde Hısnı Mansurlu Ebubekir Efendi kendileri iyibir dilbilimci olmalarından dolayıdır ki değerlen-dirmelerine şahsen değer veririm. Üstad çok güzel bir üslub tuttur-muşsun. Şu anda hazırunla mütalaattayız, dediler. Yine Kırşehirli Kazım Efendiyi aradığımda Hayrullah’cığım Altmışıncı sayfadayım.
Kitabı bitirdikten sonra seni arayacaktım, deyip taktirlerini ifade buyurdular. Bilahare Kırıkkale’den Fatih Maşuk Gülşehri’ni aradığımda
o da son kitabımızı mütalaa makamındaydı. Sonra kadim dostum Karaçamzade Zahit Efendiye telefonumda kitabbaşı olup taktir ve te-şekkürlerini esirgemediler. Egenin incisi İzmir’i aradığımda tabip Said Efendiyle Miralay Hüseyin Efendinin kitabı mükalkaleten elediklerine şehadetle mütehassıs oldum.
Son olarak Dürrül Elvan şeyhül müsakeşe Selahattin efendiye de ulaştığımda kitabı süratle tetebbuatına dahil eyleyip bu mevzuda silkeleyici bir makale neşredeceğini beyan buyurunca bendeniz de seb etmek dahil serbest, yeter ki müfteriyat inzal buyurulmasın dedik ki, tam yazmaya başlayacağım zaman Devrin Abdullahı azamı Gökhan el bendegahı Mevleviye beni aradılar. Kendilerine “İnsanname” tak-dimatıyla alakalı randevulaştıktan sonra dertleşerek günümüz insa-nının özetle maruzatının;
Hem karnım doysun
Hem de hıyarım tam olsun şeklinde tezahür ettiğidir.
Behey ahmak adam. Diyelim ki hıyarını eline aldın. Karnını do
yurmak ve bu süfli arzunu yerine getirmek için pek tabiidir ki hıya-rını yemek mecburiyetindesin. Buna fiziki mecburiyetin vardır. Oturup karnım doydu diye şükretmek gerekirken “Eyvah neden hı-yarım eksildi, kırıldı veya bitti diye ağıt yakmanın hiçbir anlamı ve geçerliliği söz konusu değildir. Bu başlıktan çıkarılabilecek bir çok sonuçlar vardır. Yani ne yaparsan sonucuna katlanmak mecburiyeti hasıl olacaktır. Ya hıyarı yiyeceksiniz, doyacaksınız, ya da hıyarı yemeyip aç kalacaksınız. Taktir ve hıyar sizindir. Yaptığın puştluklardan mütevellit aldığın tepkilere ve sonucuna şaşırmaman gerekir. Bu vesileyle Gökhan Efendinin son olarak okuduğu Prof. Minkali Efendinin hiciv kitabında hicvin bir bakıma aklın zekatı olduğu değerlendirmesini de kayıt altına aldıktan sonra Zahit Karaçam ho-camızın Mizah’ın zekanın terlemesi değerlendirmesi de çalışmamıza zenginlik katmaktadır diyoruz. Hısnı Mansurlu Bekir Efendiye gelince vakti zamanında Bünyamin Efendi namında bir dostlarının ol-duğunu, herkese bacanak diye hitab ettiğini ve hatta bir gün mescitte müminlere hitab ederken ecmaine aziz cemaat diyecekken alışkan-lığından mütevellit aziz kıymetli bacanaklar diye hitab eder. Zaman gelir bir gün evinin bir odasına destursuz girer amma girdiğine ve gi-receğine bin pişman olmuştur. Bir de ne görsün baldızı şerifin elinde bir acurla istimal keyfi ve dışarı huruç eyleyip tövbe istiğfar faslın-dan mabadehu ve bir gün zevkle buzdolabının kapısını açıp biraz me’kulat ve de meşrubat almaya çalışırken dolabı muazzamanın baş-tan aşağı hıyaratla dolup taştığını görünce şuuraltı arşivinin de tazyikiyle müşarünileyh muamelattan naşi bütün hıyarlara bacanaklık payesi verip tarihe hıyar bacanağı olmanın şeref ve haysiyetiyle geç-miş oldu. Haşiyen eğer bir kitab çıkar çıkmaz farklı şehirlerde aynı zamanda muhtelif zevati kiram tarafından tezevvükatla okunuyor ve bu mübarek çalışmaya elini sürenin bir çırpıda bitirmeden bırakamı-yorsa demek ki burada güzellik, sanat ve nehafet olsa gerektir. Geriye kalan zerzevatı şerifin çırpınışlarını yırtık fercin feryadı veyahut yırtık dondan fırlayan fukara zurnasından maada hiçbir şey olama-yacağı kanaatinin hakimiyetini göz ardı etmemek gerekir diyorum.
Makalemin tam bu hengâmesinde biraz ara verip dinlenmek mak-sadıyla Üsküdar sarhoş imamlar tekkesine vasıl olduğumda bir de ne görelim asrın müverrihlerinden ve arşivat uzmanı Necati Gültepe el Erzincani Efendi hazretleri “Hıyarname” çalışmalarımıza katkıda bulunmak üzere aşağıdaki bilgileri bize bırakmışlardı. Kendilerine bu nehafetlerinden naşi müteşekkiriz.
Müverrih ve Arşivat Muharriri Necati Gültepe el Erzicani hazera-tından inciler:
N. Gültepe’den Hıyarname’ye Bir FaideEvliyaçelebi’den
4.Cilt-(227a)
........
çay ve badyan ve ıssı avşıla ve sükkerî şerbet ve ıssı palûde ve südler gelüp nûş olundu. Rûz merre beher yevm bir kerre ale’s-sabâh futûr kim niçe yüz elvan hulviyyât ve sükkerî riclât ve mürabba’at ve sâ’ir ma’âcinât ve reybas ve kebbât ve emlah ve şakakıl ve bevvâ ve vemurabba-ı hıyar-ı şembu ve murabba-ı felic nâm murabbaatlat ve ma’âcinler ve reçeller gelürdü. Vakt-i zuhurda mezkûr sumat-ı kebîr gelürdü ve kable’l-gurûb bir sumat-ı Muhammedî gelirdi kim on günon gicede hân-ı âlîşân Melek
ve Keşan katifesi ve Şam kutnîsi ve pâreler ki asla bir münkeratı-mız ve hokkalar içre gunagun dühniyyât vema’âcin-i hulviyyât ve kavun ve karpuz ve hıyar ve kabak çekirdekleri ve bunun emsâli niçe bin gûne tohum-ı mekûlât ve kalay-ı kumkumalar içre mürekkeb ve arak ve sirke ve şarâb ve neft ve sandaloz ve koyun ve keçi kelleleri ve paçaları tüğleriyle tuzlanmış ve bir arslan kellesi ve bî-hisâb yı-lanve sakankur ve kertenkele ve akrep ve çıyan mürdeleri ve eşek ve at ve katır ve deve ve hınzîr ayakları ve dişleri ve niçe hokkalarda hayâtda kara sülük ve çıyan ve
Mecelleden:
Esnâf ı ıspanakcıyân (ve) sebzeciyân:
Dükkân 4000, neferât 500 pîrleri Baba Rütn i Bâğban idüğü bâlâda mastûrdur. Bunların büyük kârhâneleri Yemiş İskelesi dibinde sebzehâne i mîrîdir, bir kârhânedir. Sebzehâne ağası, bostancıbaşı tarafından terekecibaşıdır. Ekmekcilere ve sebzevâtcılara dahı hâkimdir. (Ve ru’ûs i hümâyûn ile muhteşem başka katibi vardır). Ammâ bu âlâyda kendüsü ekmekcibaşıyla gidüp sebzeciyân esnâfıyla ket-hudâsı gider. Bu sebzeciyân taht ı revânlar üzre dükkânların salata ve mi’de-nivâz ve kerefiz ve kabak, lahana ve hıyar ve patlıcan ile tezyîn idüp halk üzre hıyar ve şalgam atarak ubûr iderler.
........
Maltepe Ve Adalar’dan
Vârid olan envâ ı meyve i ter ve üzüm ve kiraz ve vişne ve bosta-nın kıymetinden olarak beher kuruşda iki para gümrük ve dört para bâyi’iyye ve bir para ihtisâb alınageldiği, vârid olan sebzenin kıyme-tinde olarak beher kuruşda dört para bâyi’iyye ve bir para ihtisâb alındığı.
Tevârüd eden kabak ve hıyar ve havucun beher kabından asmâ-nına nazaran kırk paradan altmış paraya kadar bâyi’iyye ve kıyme-tinden bir para ihtisâb alındığı.
Vürud eden patlıcanın kıymetinden olarak beher kuruşta iki para bâyi’iyye ve bir para ihtisâb alınmakta olduğu. ......
Ve dahi yaş ve kuru fevâkih vesâir mekûlât vesâir üzüm ve incir gibi ve onun emsâli onu onbirakça üzerine satıla. Ve yaş yemiş olsa satalar. Bir defa yaş yemişe narh olunduktan sonra bitirüp çürüdü deyü tekrar gelip narh taleb etmeyeler. Tayin olunan narh üzerine satalar. Tekrar narh vermeyeler. Ve müşteri elinde tura bilinüp tutulup eksiği taleb olunan kişinin günahını setr için ben şuna aldım de-diğine itibar olunmaya. Tartıp tahkik olunup eksiği olıcak satanın hakkından geline. Tâzir oluna. Ve yükle yemiş ki hadâyıktan gelir. Bozulma olnaya. Ağzı niçe ise aşağısı dahi öyle ola. Ve kavun ve karpuz ve hıyar görüle ve bunların emsâli yemiş dahi görüle. Karıştırma olmaya. Ve Pazar yerinden gayri yerde bey’ eylemeyeler. Ve eğer istikbâl ederler ise muhtesib tutub siyâset ede. Mecelle 1
Bakara/ -61. “Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin” demiştiniz de, “Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, şüphesiz orada is-tediğiniz vardır” demişti. Onlara yoksulluk ve düşkünlük damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu, Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi; bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.”
Eski bir şifalı bitkiler kitabından
(Osmanlıca, 1290 tarihli, isimsiz.)
Hıyar Çeşitleri: Yerli hıyar alâ—Yerli hıyar sagîr
22 Ağustos 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder