22 Ağustos 2010 Pazar

ÜSKÜDAR SARHOŞ İMAMLAR TEKKESİNDE HIYAR MUHABBETİ

Tarihten günümüze kadar gurebanın hizmetinde kusur göster­meyen Üsküdar Sarhoş İmamlar Tekkesi hakikaten memleketimizin hemen hemen her kesimine fark gözetmeksizin hizmet servisi yap­maktan büyük bir haz ve de şeref duymaktadır. Rabbülalemin bu gibi halk ocaklarını eksik eylemesin. Zaman zaman İpsizrecepzade Emin Efendiyle de karşılıklı mütalaalarımızda bu ocağın postnişini olan Tabanzade Osman Efendinin gerek Hz. Alparslan’la olan münasebatı ve gerekse yaratılıştan tanrı vergili olup liderlik vasfını haiz olması aynı anda farklı kültür seviyelerine mensup insanatı idare etme ka­biliyetine haiz olması ve en önemlisi Osman Efendinin ta hayatın içinden pişerek gelmesidir. Osman Efendi vakti zamanında medre­seden icazet alıp mezun olduktan sonra bir süre rahmetli babası Şevki Efendiyle ticaret ve zenaatle iştigal eyleyip insanoğluyla hem-hal olunduktan sonra Asitanede Gülfem Hatun Medresesinde tam kırk yıl dini vezaifle birlikte çeşitli ticari faaliyetlerde bulunduğun-dan ötürü o adeta ins ve cin konusunda uzmanlaşmış Osman Efendi kiminle muhatap olursa onun gerçekten insan mı, yoksa hıyar mı ol-duğunu hemencecik orada kestirir ve hemen ona göre tavır serde­derdi. O hakikaten bir içtimaiyatçı halk adamıydı. Osman Efendi aynı mekanda bir taraftan akademisyenlerle aşık atarken, bir taraftan si­yaset yapardı. Türkiyemizin, Asitanenin ve hatta dünyamızın kalbi ve nabzını tutardı. Yine aynı zamanda işadamları ve müteahhitlerle hemhal olunurdu. Bir taraftan üniversite öğrencileriyle hasbihal edi­lirken öbür taraftan da esnaf, memur, işçinin bir şekilde gazı alınırdı. Bir de bakarsınız iş takipçileri, ayakçılar, lüzumlu lüzumsuz Yüce Ça-labın yarattığı her türlü ve her kesimden mahlukatın müracaat mer­kezidir bu mekan. Ancak bu kurumun esas sahipleri aksakallı emekli ve ömrünü diyanete bağışlamış ve yüce Türk milletine dini hizmette saçlarını ağartmış, ilahi şerbetle sarhoş olmuş hoca efendilerdi. Şah-sen bendeniz bu zevatı kiramdan çok şey öğrendim. Bu mekanda her türlü siyasi yelpazeye mensup olan sarhoş imamlar tekkesindeki si­yasi mukalkaleye doyum olmaz. Hepsine saygımız sosuzdur. Ancak eski İnönü dönemine mensup devlet memuru zihniyetli ve özellikle dindar halk partililere doyum olmadığını yaşayarak ifade ettiğimizi beyanda hiçbir sakınca bulamadığım gibi bu zevatın hizmetlerini de taktir etmemek mümkün değildir. Çünkü bu aidiyet illeti öyle süb­jektif bir illettir ki bir camiaya mensubiyetinizi ilan ettikten sonra onlar sizin gibi düşünmeseler dahi sizi nasıl bağırlarına bastıklarını ve de ideolojinizle birlikte farkına varmadan nasıl benimsediklerini hep müşahede etmişimdir. Diğer makalelerimizde de isimlerinden bahsettiğimiz iki tane imam efendinin hizmetlerini anlata anlata bi­tiremem. Bunlardan bir tanesi Zileli Abdulkadir Efendiyle, Hısnı Man­surlu Mehmet Efendidir. İkisi de rahmeti rahmana vasıl oldular. Allah onlardan razı olsun çok güzel insanlardı. Mesleklerini çok iyi bilir, ahlaklı insanlarla çok iyi anlaşır sadece biz halk fırkasındanız der İsmet Paşayı çok sever ve oylarını da Altı oka verir, bizim diğer eski ifadeyle sağ yelpazedeki hoca efendilerden daha iyi hizmet ederlerdi.
Çünki bizim muhafazakar kesim cenneti garanti etmiş zehabına kapılarak kendi hocalarına bile hürmette kusur ederken eski ifade­siyle bizim sol yelpazenin zaten dini bir tetebbuatı olmadığı için bir hoca efendi ben sol görüşlüyüm deyip onları şereflendirmesi onlara yetiyordu da artıyordu bile. Bu tür hocalar sol cenahtan fazlasıyla ih­tiram gördüğü gibi onların muhtacı olduğu bütün dini, ahlaki ve milli hizmetleri onlara götürmekte herhangi bir zahmete düçar olmadığı gibi taktir, tebrik ve dua alıyorlardı.
Şimdilerde de bu emekli imamatın çeşitli siyasi yelpazelerde endam ettiklerine şahit olsak da artık siyasal İslamcıların da pabucu dama atıldı kanaatindeyim.
Gerçi bu tespitler sadece memleketimizin realitesi değildir. Batıda ve bütün dünyada din ile devlet arasında mukalkale vaki olup bun-dan büyük zarar gören Hıristiyan âlemi bu faturaların şerrinden emin olmak maksadıyla laiklik ilkesine sığınıp bunu kurumsallaştırmaya gayret etmiş ve devleti kilisenin şerrinden emin etmek için bedeller ödemişlerdir. Hakikaten cumhuriyetle birlikte bize laiklik ithal edildi diyenlere, şunu hatırlatmak isterim ki, bizim kültürümüzde, mede­niyetimizde ismi konulmamış bir laiklik uygulaması vardır ki rah­metli sosyolog Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven’in çalışmaları da bu tezimizi savunur niteliktedir. Hocanın şu iki kitabı bütün meseleyi halleder mahiyettedir. 1) Laikliğin islamın özüne uygunluğu, 2) Ta­savvuf ve Laiklik.
Eski Türklerin bütün uygulamaları laikti.
Selçukiler laikti.
Osmanlılar laikti.
Haddi zatında Hz. Peygamberin şu hadisi de meseleyi kökten hal­leder mahiyettedir. Bir gün Hz. Muhammed Medine’de hurma bah­çelerini gezerken ziraatla iştigal eden sahabelere selam vererek hal ve hatırlarını sorar. Onlar da Ya Resülullah hurmaları aşılıyoruz şek-linde mukabelatta bulunurlar. Hz. Fahri Kainatta aşılamayıverin der ve geçer. Yıllar sonra bu aşılanmamış hurma ağaçlarının hurmala-rından bir sepet hurma toplanarak Resulüllaha götürülünce Hz. Mu-hammed tadına bakıp bunlar niçin acı der. Onlar da Ya Resülullah filan tarihte siz bize aşı faaliyetinde bulunmayın demiştiniz. Biz de emrinizi yerine getirip o günden beri hiç hurma aşılamadık. Dolayı-sıyla aşısız hurma ağaçlarının meyvası da acı olurç Deyince Resülul­lah hemen bütün hazırunu toplayarak bundan sonra ben tanrıdan size getirdiğim şeylerle amele mecbursunuz. Aksi taktirde bir kul ola­rak herkes kendi dünyevi işini ve mesleğini pek tabiidir ki benden daha iyi bilir diyerek yeni bir dönemi başlatmış olur. Demek ki Hz. Muhammedin buyurduğu gibi uhrevi meselelerde kutsal metinler esas alınacağı gibi dünyevi işlerimizi de dünyevi tecrübelerin ortaya koyduğu kaideler ve de bilimler esas alınarak yerine getirilecektir. İşte bana laiklik sorulduğunda benim için en yerli ve milli olan laik­lik tanımım bundan ibarettir. Bunun böyle olması benim batı laikli-ğine saygı duymamam anlamına gelmez. Ancak biz tarihte faturamızı ödemiş ve laikliğimizi de oturtmuştuk. Batı da kiliseden bizar oldu-ğundan çareyi bizde bulmuş. Ancak batının genel karakteri kopyacı olup dipnot kullanmamakta ısrarcı olmasıdır. Mesela sosyoloji bizde içtimaiyat olarak yaşandığı ve dünyanın ilk sosyologunun İbn Haldun olmasına rağmen sanki batı yeni bir bilim bulmuş gibi dışarıdan al-dığı değerlere modern bir disiplin ve etiket vererek sahiplenip tekrar dünyaya ihraç etmektedir.
Bu uygulama sadece bilimde değil dünyamızın bütün yer altı ve yer üstü maddi manevi zenginlikleri için de söz konusudur. Bu hadise bana Karadenizli dostum Prof. Dr. Mehmet Bilgin’in bir zamanlar ba-basıyla yaptığı faaliyetleri hatırlattı. Mehmet Bey ve kıymetli baba-ları doğadan topladıkları bitki soğanlarını vatandaştan üç beş liraya satın alıp Avrupaya ve dışarıya üç beş kuruş kar koyarak ihraç ettik­lerini ve batılıların da bu ham maddeleri işleyip ilaç yapıp parlak am­balajlara sararak bizlere ve bütün insanlara binlerce misli karlarla sattığını haddi zatında sömürgeci devletlerin işinin bundan başka bir şey olmadığını, Hollandalıların Afrikada lale yetiştirip dünya piyasa-larına arz etmesi gibi.
Bizim laikliğimiz de bizden çalınıp sanki batının yeni bir icadı gi-biymiş gibi bize yutturulmaya çalışıldıysa da bizim gibi sosyal bilim­ciler sayesinde bu yanlışlıkların bertaraf edileceği kanaatindeyim. Atatürk’ün senin muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur sözünü bütün problemlerimize uyarladığımızda altından kalkılamayacak hiçbir problemimizin olacağına inanmıyoruz.
İşte bu girizgahtan sonra Üsküdar Sarhoş İmamlar Tekkesi’nde özellikle postnişin Osman Tabanzade Efendinin kendisine getirilen bütün problemlerin üstesinden gelmesi hadisesinde de görüldüğü gibi kültür evlerimizin çoğaltılıp birer sivil toplum kuruluşu olarak milletimizin sosyal, siyasi, ahlaki ve iktisadi problemlerine neşter vurmasını ve faydalarını tespit ederken bu kurumun Ramazan vesi­lesiyle gösterdiği kadirşinaslık ve misafirperverliklerinden de misal­ler vererek neticelendirmeye gayret edeceğiz.
Ramazan ayı gelince her yerde bir telaş ve hazırlık faaliyeti baş-ladığı gibi Üsküdar Sarhoş İmamlar Tekkesi İşletmecisi Resul Efendi pazara gidip zerzevatın en kalitelilerini seçerek aldıktan sonra etli, balıklı v.s. yemeklerini özel bir itina ile hazırladıktan sonra iftara bir saat kala o keskin ve de uzun neşteriyle sebze ve zerzevatı büyük bir ustalıkla tamamen simetrik olarak doğramaya başlar. Resul Efendi bir sanat eseri gibi hıyarları ince ince ayarında keser adeta hıyarla-rın ağlama sesi duyulur. Ancak hıyarlar bir oruçlunun midesinde sadra şifa olurum ümidiyle kendi kendilerini teselli ederlerdi. Eğer merakınızı celb ediyorsa bir gün mutlaka Üsküdar Sarhoş İmamlar Tekkesine vasıl olup Resul Efendinin nasıl salata doğradığını ve has­saten salatanın ana rüknü olan hıyarları nasıl incecik ve birbiriyle mütenasip doğradığına şahit olun. Tabi Resul Efendi gün görmüş ge-çirmiş olgun bir Türk evladı. O ömrünün büyük bir kısmını uluslar arası ticari gemilerde geçirmiş bir kaptanı derya. Bu vesileyle ayak basmadığı yer kalmayıp onun Sakramento hatıraları da dinlemeye değer. Ayrıca siyasette de önemli işler becermiş bilahare işin çirkef ve curufatına şahit olunca da selamet derkenarest deyip kenara çekil-miş kendi küçük dünyasını süslemeye çalışmıştır. Resul Efendide daha nelere şahit olacaksınız. Onun Denizciliğinde Sadrazamın ağa-beyi ile hatıratı da meşhurdur. O çayı özellikle çini demlikte demler. Son zamanlarda Hüseyin Bekçinin maharetiyle Kahraman Maraşlı Sait Efendiden bol miktarda salep satın alıp bundan böyle sarhoş imamların hiç olmazsa kış mevsiminde midelerini ısıtıp sadra şifa ol­ması sadedinde önemli bir hizmetlerini de ifade etmekle de ve sizleri oraya sevk etmekten büyük haz duyduğumu ifşa ediyorum.
Efendime söyleyeyim Osman Efendinin de ruhu şad olsun gerçi çocukları kahvehane işletiyor amma sağ olsaydı Ekşizade Rasim el Turani Efendiyle bu mekana mekan tutup bayağı kültür hizmetinde bulunabileceklerini en azından mübarek ruhlarına sunuyorum.
Kim demişti ki bu ocak olamaz. Tekke dediğiniz şey nedir ki, o gibi kurumlar da bunun gibi sosyal münasebet ve hizmetler icra et­mekten başka bir şey icra etmiyorlardı. Ancak her kurumda olabile-ceği gibi bu müesseseler de asli hüviyetinden uzaklaşıp savaş yıllarında da birer asker kaçağı sığınağına dönüştüğünden ve ko­jonktür gereği kapatılmışlardır. Ancak halkevleri, dernekler, vakıflar gibi sosyal müesseseler bu boşluğu doldurmaya gayret etseler de halen bu boşluk ifsat edilmeye en elverişli bir mayınlı sahadır. Bun-ların yerine ikame edilecek sivil toplum kuruluşlarının devletin şef-faf denetiminden nasipdar olup halkın hizmetinde kusur etmemesi kanaatindeyim. Aksi taktirde bu gibi mekanların zararlı birer misti-sit organizasyon olmaması içten bile değildir.
Hayrullah Şanzumi de bu sene iki tane iftarını İpsiz Recepzade Emin Efendiyle bu mekanda yapmış ve hazırunun gerçekten bu sof­radan maddi menafiinden çok manen müstefid olduğunu, hassaten hıyar salatasına müptela olan Emin Efendinin bu hıyarlı salataya nasıl kaşık salladığını temaşa eyleyerek zevkle yaşadığımı ifade etmek isterim. Ramazan gelip geçince de zaman zaman cemaati mez­kurenin peynir, kara ekmek ve çay ziyafetinden sonra koyulaşan soh­betlerinin de tadına doyum olmaz.
Postnişin Osman Efendinin vakti zamanında kağıtçılık, giyim kuşam ticareti dışında pazarlarda cam bardak ticareti yaptığını da bilmiyordum. Hatta bir hatırasında kendilerinin pazarda cam pazar­larken eski sadrazamlardan birinin yakini ile olan hatıratı da çok mü­himdir. Osman Efendi Paşabahçeden mamul yere bile düştüğünde kırılmayan halis Türk kumundan yapılan sadra şifa veren çay, su, şer-bet v.s. nimetlere kaplık yapan bardaklar artık yok. Binaenaleyh o bardaklarla içilen her meşrubata ayrı bir haz veren güzelim Osmanlı camları ve çeşmibülbülleri artık yok.
Evet hocam eski çamlar artık bardak oldu. Artık o baba ve ata ya-digarı o bardaklar yok. Bırakın bardakları eski hıyarlar bile yok oldu. Şimdilerde duyduğumuza göre İrandan bardak ithal ediyormuşuz.
Bir iki defa kullanınca da kırılıyorlar. Kullanırken de insanın içini ka-rarttığı gibi en kısa zamanda kırılıyorlar. Osman Efendi nerede o eski kaliteli ecdat yadigarı rengarenk çeşitli cins ve ebatlarda insanlara sanatla zevkle içmeyi yaşatan o güzelim bardaklar.
Bilahare yaptığımız tetebbuatta meğer Osman Efendinin elli se­neden beri canhıraş desteklediği bir siyasi parti bu kurumumuzu özelleştirme bahanesiyle ifsat edip arsasını değerlendirip fabrikayı da Bulgaristana tehcir ettirmişti.Yorum güzel karilerindir. Vesselam!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder