Eskiden güzel Anadolu’muzda bağlarımız vardı. Bir yıl boyunca bağımızın bakımını yapar üzümlerimiz kemale erince de zevkle bağ-bozumu yaşardık. Bağbozumunu ancak yaşayanlar hatırlayabilirler. Bir yıl boyu bağ cümle mazarrattan korunur, duvarlar dikenli kara-çalılar maharetiyle hayvanat ve mahlûkattan korunan bağ bir taraftan da haşarattan muhafaza edilir. Her tiyeğin dibinde mezar gibi bir çukur kazılır (Bu işleme bağ gözü açma denilirdi), üzüm ağacının kök ve saçakları kontrol altına alınır. Çünkü üzüm bağının budanması bütün ağaçlardan farklı olarak hem toprağın altındaki ve hem üstündeki dalları kesilerek gerçekleştirilir. Bunu hemen hemen herkes yapar. Ancak kimse sorgulamaz. Babam da dedem de bu işleri böyle yapardı der fakat sorgulamak kimsenin aklından geçmezdi. Bu fakirül hakir her konuda olduğu gibi bağ budamasını da araştırıp öğ-rendi ve sizlere aktarıyor. Evet üzüm bağının toprağın dışındaki dalları seyreltilerek ağacın gücünü seyirmeye yani büyümeden çok meyveye yönelmesini sağlar. Pek tabiidir ki her konuda bir bilen ol-duğu gibi de bu budama işini de bir bilen yapacaktır. Çünkü yanlış-lıkla üzüm verecek dalı kesip diğerini bırakırsanız ağaç sadece büyür meyve vermez. Aynı köke ait olmalarına rağmen meyve vermeye matuf dal diğerinden farklıdır. Bu farkı da kuyumcu altına bakar bakmaz ayarını nasıl kestiriyorsa zürr’a da bunu bakar bakmaz anlar. Babacağızım bunu bana da öğretmişti. Vakti zamanında Karti köyündeki bağımızda budama yaparken her bağ kökünde birkaç tane dal bırakılırdı. Bunların bazıları bayağı semiz, bir tanesi de daha bodur ve ağırbaşlı olurdu. İşte bu ağırbaşlı dal üzüme matufken di-ğerleri sadece serserice büyümekten başka herhangi bir hedefleri yoktu. İşte o üzüm verecek dalları bırakıp serpenelere sarar diğerle-rini de kesip kurutup yakarak değerlendirirdik.
Bir de ağacın yeraltındaki köklerinin budanması işi vardı. O işi anlamakta çok güçlük çekerdim. Bu işi yapanlar da hiç sorgulamadan, üşenmeden ve erinmeden adet yerini bulsun diye görevlerini ifa ederlerdi. Hâlbuki yaptıkları zirai faaliyet yerüstünde yaptıklarından daha önemsiz değildi. Çünki eskiden çok kar ve yağmur yağardı. Yerler suya kana kana doyardı. Bu üzüm ağaçlarının köklerinde fazla su depolandığından ötürü üzümlerin paslanmasına sebep oluyordu. Bugün Anadolu’nun Konya’sında ve GAP’ında topraklar fazla sulandığından dolayı tuzlanma tabir olunan bir hastalığa yakalandığından mahsul veremeyecek duruma gelmiştir. Demek ki kainat bir mizan üzere kurulmuştur. Dengeyi lehte veya aleyhte bozmanın faydası ol-madığı gibi birçok zarara sebep olmaktadır. Bizim medeniyetimizin kaynakları bize acıkmadan sofraya oturmayın ve tıka basa doymadan kalkın demesi bundan dolayıdır. Gerçi modern çift sürülüyor, ilaçlama yapılıyor, bir şekilde bol miktarda mahsul elde ediliyor amma zorlama kimyasal ilaçlar ve de hormon meyvaların nehafetini ve lezazetini bozdu. Eskiden hiçbir modern ilaç ve malzeme kullanılma-dan toprağı adeta okşayarak onun elinden alınan çocuk kundağı gibi büyük olduğundan ismini ondan alan kundak üzüm salkımları artık yok. Esasen eskisi gibi bağbozumu dediğimiz (kergah)da yok. Bütün geleneklerimizi göreneklerimizi modernleşme adına teker teker bı-rakıyoruz.
Kergahda bir taraftan bütün üzümler kesilir, bir taraftan ezilir suyu çıkarılır. Bir kısmı kaynatılıp özel bir beyaz toprakla terbiye edilerek pekmez yapılır. Bir kısmı da özel yöntemlerle yine toprak ve ni-şastayla demlenerek pestil, kesme sucuk v.s. yapılır. Bütün bu işlemler tören gibidir. Yalnız başına yapılması zor olduğundan ötürü imece usulü yapılır. Bütün komşular birbirine yardım ettiği için kar-deşlik duyguları gelişir. Bu faaliyetler esnasında özel toplantılar, özel yemekler, özel müzikler icra edilir, misafirler özel bir itina ile ağırla-nır. Kış hazırlıkları tamamlanır. Bütün sünnet ve evlilik düğünleri ya-pılarak son bahar değerlendirilirdi. İşin bu faslına bağbozumu denilir. Bizim yazarçizer takımımız nedense bu bağbozumu üzerinde fazlaca durduklarından diğer bozumları köyü yaşamayan bilmez. Evet bağ-bozumu yukarda özetlendi. Bir de bizim bostan bozumumuz vardır ki o da bağbozumundan geriye kalır tarafı yoktur.
Bostan bozumu, bostanlar ekilir, gerekli ürün alındıktan sonra bir sonraki yıla hazırlık olması hasebiyle bostan artıklarını toplama zahmetinde bulunmamak ve besi hayvanlarını da beslemek amacıyla koyun ve keçi sürüleri bostan mekanlarında otlatılarak bir nevi traş-lama yapılır. Diğer meyve ve sebzeler içinde bu adı konulmamış yöntem uygulanır. Maalesef teknolojinin vazgeçilmez baskısı bostan realitesini de ortadan kaldırıp seracılığı merkeze oturttu. Seranın faydadan çok zarar verdiği herkesçe bilinmektedir. Serada sadece se-racı ve aracı kazanırken biz tüketiciler zehirlenmekteyiz.
Konunun sadedine gelecek olursak, tarihte bir bostan bozumu dolayısıyla çobanın biri keçi ve koyun sürüsünü karışık olarak bostan bozumu yapılacak hıyar tarlasına doğru sürerken hayvanlar bir hendekten atlamak zorunda kalırlar. Bilindiği gibi keçi koyuna büyük bir istihza ve kahkahayla gülerek kıçını gördüm kıçını gördüm diyerek bağırır. Çevredeki bütün hayvanat hayretle toplanır durumu de-ğerlendirir.
Herkes keçiye yahu senin kıçın devamlı açık olmasına rağmen sen hiç hayâ etmez misin? Koyunun kuyruğunda büyük bir yağ tabakası ve dolayısıyla kapalı mekân olması onun kıçının görünmesine imkan ve ihtimal vermez. Ancak koyun hendekten atlamak zorunda kaldı-ğından ömründe bir defacık kıçı göründü diye neredeyse koyunu fa-hişe ilan edeceksin diye azarlarlar.
Maalesef bu dünyanın işleri böyledir. Senenin her günü kıçı açık olanlar kıçı bir defa kazara açıldı diye birileriyle dalga geçerler. Kendileri eşek olduğu halde eşeklik yapanlarla dalga geçerler. Yine kendileri hıyar olup her gün hıyar yiyip ve hatta hıyaroğlu hıyarlık yaptıkları halde başkalarına zulüm reva görmek ve yaptıkları zulümlerin de tabii hakları olduğu, hatta yaptıkları bütün ahlaksızlıkları vatan içun, millet içun ve hatta yatan ecdat içun yaptıklarını dillendirmeyi de bir insanlık vezaifi olarak görürler.
Sizden ne ker olur ne kergah olur.
Sizden ne hıyar olur ne de hıyargah olur.
Sizden sadece ve sadece birer ekmek düşmanı olur. Anadolu’da ekmek düşmanlığı diye bir kavram vardır. Bunun anlamı zavallı özürlü olup üretime katkı yapamadığı için kullanılır. Çünkü eskiden ekmek çok kıymetlidir.
Ben bu bütün tarihi ekmek düşmanlarına saygılarımı sunuyorum. Çünkü onların özürleri vardı. Ancak bugünkü ekmek düşmanları farklı. Bunların özürleri kabahatlerinden büyük. Çünkü bunlar kendi süfli menfaatleri doğrultusunda bütün değerleri ayaklar altına alabiliyorlar. Bunlar bağlarını sattılar, bunlar bostanlarını sattılar, bunlar dostlarını sattılar, bunlar milli birlik ve beraberliğini ve hatta güçleri yeterse cumhuriyetlerini de satarlar. Aslında bunlar kendi varlıkla-rını sattılar. Bunların ne olduğu, kim olduğu, kime ve nereye ait ol-dukları da tartışılır hale geldi. Hey hemşerim maskenizi çıkarın da cümle âlem sizin kimliğinizi tanısınlar. Bana kalırsa Ebucehil karpuzu sizden çok şerefli ve haysiyetlidir. En azından herkes Ebucehil karpuzunun karpuza benzediğini çölde yetiştiğini, acı olduğunu, hiçbir kimseye yararı olmadığını, yenilemeyeceğini, içilemeyeceğini ve zulmüne binaen bu ismi aldığı herkesçe malumdur. Onun için de çok sağlam bir soyağacı ve kütüğü vardır. Kimsenin ona taan edebilecek bir dirayeti ve de hakkı yoktur. Çünkü o isteyerek ve tercihen bir Ebucehil karpuzudur. Ebucehil karpuzuna kerhen bile olsa saygılarımızı sunuyoruz ki münafıklık yapıp işimizi zorlaştırmıyor. Çünkü o bir Ebucehil karpuzu olarak kâfirliği kanıksamış ve benimsemiş, kendisine ait olmayan herkese harp ilan etmiştir. Ama ya sen her yerde her şeysin. Ancak gerçek kimliğinle bir münafıksın. Seninle hemhal olmak çok zor; seni, seni halk edene havale ediyoruz. Sen memleketimin içini boşalttığın halde gözün başka başka yerde; Haini Çalap çarpsın!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder