26 Temmuz 2010 Pazartesi

ASRIN NÜKTEDAN-I ŞERİFİ DÜRRÜ’L-ELVAN ŞEYH’ÜL MÜSAKEŞE SELAHATTİN EFENDİ

Bu zat-ı şahane ile 1995’te Saktürün gezegeni vesilesiyle haşir neşir olmaya başladık. Kendisi Çepni soyundan, piknik tipinde, özel eğitimden geçirilmiş, sözüne söz, özüne öz, izine iz kavuşturulamayan ve çok ölçerek ve de biçerek konuşan, konuştuğunun altından kalkılamayan has bir muallimdir.

Bir süre Asitane’de sivil savunma müdürlüğünde bulunmuş, maddeten ve manen insanâtı tabii afetlerden korumuş devlet-i muazzamanın en derin yerlerinde bulunmuş bir kardaşımızdır. Gerek Asitâne’den uzaklaşmak ve gerekse ilim irfan geleneğini idame ettirmek için Saktürün medreselerinde muidlik yapmış cehaletle savaşım vermiştir. Ama heyhat ki sıfır rizikolu ekümenik seyyah Müderris Musa Efendi’nin oltasına takılmış ve bir türlü iflah olmaya fırsat bulamamıştır.

Önceleri pek sakin, müeddep ve mütedeyyin olan Selahattin Efendi, Müderris Musa Efendi’nin psikolojik talim ve terbiyesine, farkına varmadan maruz kalmıştır.

Biz Selahattin Efendi’yle Musa Efendi riyasetinde sırasıyla Romanya, Amsterdam, Almanya, Belçika ve Fransa seyahatlerinde bulunduk. Ekip olarak yaptığımız bu gezilerde çok tecrübe edindik. Bir taraftan hepimizi çalıştırıp kendi adına yayınlayacağı tetebbuatla meşgul olan entrikacı Hacı Efendi, bir taraftan da sürekli Selahattin Efendi’yle didişen Müderris Şimşek Salih Efendi baş aktör olarak gayret gösterirken, Reis Musa Efendi de sürekli gurbet hukukunun hukukullah dairesinde çok münasip olduğunun edilleye göre delillendirmekle meşgul olup, o saf ve temiz vatan evladı olan Selahattin Efendi’nin beynini yıkıyordu. Ancak ne zaman ki Selahattin Efendi icray-ı faaliyete tevessül edecek olsa hemen engel olarak söylediklerinin mugalâtadan başka bir şey değil diyerek Selahattin Efendi’nin Bükreş’ten satın aldığı zurnasını çatlatmaya tevessül ediyor idi.

Uzun bir seyahat olan bu gezimizde bir defasında da Salih Efendi ile Selahattin Efendi bir gazoz içme meselesinden ötürü kavgaya tutuşmuş, Salih Efendi bizden ayrılarak memlekete avdet etmeye karar vermişti. Yalvar yakar barıştırarak vazgeçirmiştik. Salisen bu seyahatte arkadaşlarımız bayağı huysuzlaşmışlardı. Çünkü geceleri bir domuz çiftliğinin yanındaki misafirhanede kalıyorduk. Sivrisinekler önce domuzlara sonra bizlere konup tenakul yaptıklarından ötürü huysuzluk aşısı yapmışlardı.

Avrupa gezimize başlarken de uçakla Amsterdam’a gidiyorduk. Selahattin Efendi hosteslere:

- Canım sıkılıyor biraz mola verebilir misiniz? Demişti.

Hayrullah Efendi de servis aracı ile servis hizmeti veren hosteslere:

- Simitçi geliyor, deyince, bütün yolcular:

- Yahu siz kimsiniz? Nereye, niçin gidiyorsunuz? Diye sorunca, Selahattin Efendi:

- Biz Avrupa’ya tiyatro tahsil etmeye gidiyoruz demişti.

Amsertam’da Musa Efendi bizi ekip, çok özel hizmetlerde bulunuyordu. Biz de fırsattan istifade gezerken bir de ne görelim? Müsakeşe Müzesi diye bir levha. Kişi başına 5 gulden idi. Selahattin Efendi çok mütedeyyin olduğundan böyle kerih yerlere pul ödememek için:

- Sen borca ver ben sonra veririm demesine rağmen, on senedir o 5 gulden hala duruyor.

Tetebbuatımızı yaptıktan sonra cinsi latif pazarlığı ve hemen kaçtık. Bilahare Brüksel batakhanesini arabayla geçerken çöp kamyonunun önümüzü kesmesi yüzümüzü kızartmıştı. Hitler’in savaş müzesini gördükten sonra Merkez Kilise’nin damında ezan faslı ve Brüksel’de metroya bindiğimizde bir de ne görelim! Fiili müsakeşe teşebbüsüne muttali olduk. Hayrullah Efendi tepelerinde durarak;

- Gençler kolay gelsin deyince, müzekker fert:

- Buyurun amca şeklinde cevap verdi.

Dişinin gavur olması tek tesellimiz olmuştu. Samimiyet ve nasihat faslında Hayrullah Efendi:

- Evladım! Medeniyetimiz yenildi, pulumuz kalmadı, topumuz tüfeğimiz eskidi pek işe yaramıyor. Elimizde biraz senin icra-i faaliyette bulunduğun müsakeşe işi kaldı. İşte bu imkânı iyi kullanıp, küffarı en azından zararsız hale getirebilirsiniz ve hatta onları müellife-i kulûbtan tevhide transfer bile edebilirsiniz. Çünkü onların neferleri müskirata müptela olduklarından ötürü zurnaları falan kalmadı. Sizler bu Türk zurnalarını peşrevli, peşrevsiz öttürerek Düvelli Muazzama’yı bile dize getireceksiniz. Haydi gayret deyince, Türk delikanlısı:

- Amca ben bu işleri çok yapıyordum. Ancak psikolojik olarak da rahatsızım vicdan azabı çekiyordum. Ama siz destur verdikten sonra emirleriniz sonuna kadar yerine getirilecektir.

Dua faslı, vedalaşma, haydi evlatlar kolay gele…

Yine Brüksel Türk elçiliğindeki sohbet merasimi kayda değecek kadar mühimdir.

Hayrullah Efendi bütün elçilik personeline gavurla diyalog müsakeşesi hizmetlerinin ihmal edilemeyecek kadar önemli olduğu tavsiyesinden sonra, TGRT muhabiri Vakur KAYA bizi hızlı tren garına bıraktı. Bir de ne görelim biraz önce nasihatte bulunduğumuz bahriye kolağasının hizmetleri bizim irşatta ne kadar mahir olduğumuzu ispat etmişti.

Hızlı trenle Almanya’ya giderken Müderris Musa Efendi gavurcayı patlatarak bize hava atıyordu. Tam bu esnada Kuzey Iraklı Mahmut adında bir Kurmanç’la tanıştık. Kendisine:

- Yahu hemşehrim, kudurmuş vaziyetteyiz cinsi latif bulamıyoruz deyince, adamcağız gülme krizine girerek:

- Bu gavuristanda domates ve hıyardan daha ucuz diyerek mukabelede bulundu.

Aslında kimin kimle istihza ettiği de belli olmuyordu.

Köln’de meşhur Dam Katedrali’nde ayine katılmış, biz de dua etmiştik. Sesli Türkçe duamıza baş keşiş muhtevasını anlamadan amen demeyi ihmal etmemişti.

Hele hele Almanya’da Dergah-ı Bektaşiyan-ı Kızılbaşiyan Ocağı’nı ziyaretimizde Dede Efendi’nin çalmak üzere ikram ettiği saz-ı şerifi elinden kaparak icra ettiğiniz Türk halk müziği konserini unutmak nâmümkündür.

Bilahare Paris’e vasıl olarak Eyfel’de toplu teşerşür törenine katılmıştık. Musa Efendi’ye musallat olan A.B.D.’li Sorbon sosyoloji ehline kendimizi feda etmiştik. Anadolu’ya avdette yurt içi seyahatlerimiz ve iyice manipülasyona uğratılan taze bir dimağ. En son Bodrum ve Marmaris çıkarmaları... Musa Efendi mütemadiyen kara kaplı kitapta yerini bulduğunu iştiyakla ve Yüce Çalab'ın rızası için çalınabilecek bütün enstrümanların seslendirilmesinde asla ve de kat’a hiçbir sakıncanın olmadığı gibi hatta hizmete vesile olacağından sevap olduğu fetvaları Selahattin Efendi’yi şirazeden ve zıvanadan çıkarmıştı. Selahattin Efendi yeter artık bu kadar telkin ve tavsiyeye dayanamıyorum diyerek besmeleyle o yanık üflemesiyle nây-ı şerif çalar gibi kara erik ağacından yaptırdığı zurnayı bütün düğün bayram ve törenlerde edibane bir şekilde çalmaya başladığı gibi o artık şerbet içmeye de fazlasıyla mübtela olmuş idi.

Bilindiği üzere zurna tarihte Türklüğün ilk enstrümanıdır. Dünyanın ilk bandosu olan Mehter’in de vazgeçilmez rüknüdür. Selahattin Efendi zurnada kısa sürede mahirleşmiş, sürekli

Artık ben ne günah olsa işlerim

Yumuşak yastığa geçti dişlerim

Marşını çalarak konserlerine başlıyor idi.

Geçen Çalap’la son görüşmemizde, Selahattin Efendi’ye selam. Ancak bütün bu sevapların da Müderris Musa Efendi’nin hanesine yazıldığını öğrenince bayağı rahatlamıştım. Amma Musa Efendi bu kadar sevabın altından nasıl kalkacak bilemem.

Selahattin Efendi’nin ecinni tayfasıyla dostluğu da meşhurdur. Sezen-i Ruhai ve Ustazâde Mustafa Efendi’yi de tedavi edeceği herkesin malumudur. Bu meyanda Selahattin Efendi’nin zaman zaman Asitâne’ye gelip zurnasına cila çektirdiği dostlarınca bilinmektedir.

Ezcümle, Selahattin Efendi, nüktede Dümbüllü İsmail ile Nejat UYGUR’a taş çıkartayım derken sergüzeşti müsakeşede üstadlaştı.

Neticeten;

Güzel kardeşim! Hizmetlerin gözlerimi yaşartıyor. Ancak sen bize lazımsın kendini fazla hor kullanma! Selamlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder