26 Temmuz 2010 Pazartesi

TANRIYLA SORUNU VARDI

Bir gün Anadolumuzun güzel ve de Tanrının bütün zenginlikleri bahşettiği bir meşhur şehrimize uğramak hâsıl olmuştu. Bir taraftan pamuk tarlaları, bir taraftan narenciye bahçeleri, bir taraftan Akdeniz, dolayısıyla denizin bütün nimetleri, güller, kanallar kanaletler, barajlar, çam ormanları, eskiden ben kauçuk ağaçlarını saksılarda görmüştüm o minyatür ağaçların devasalarını, hurma ağaçlarını görünce heyecanlanmıştım. Meşhur acılı kebaplar ve şalgam daha anlatacak bir çok özellikler sırada bekliyor.

Anadolumuzun diğer şehirleriyle mukayese edildiğinde adeta nimete gark edilen bu güzel şehrimizin bazı insanları sanki mutad bir alışkanlık ve normal bir hakmış gibi her fırsatta Allah'a sebb etmeyi bir bardak su içmek ve hatta nefes almak gibi normal bir hayat seyri ve hayatın bir rüknü olarak görüyorlardı. Bu hayat seyrini duymuştum amma görerek ve yaşarak bu insanların mükâlemelerini duymak beni kahretmişti. Hatta birkaç tanesine müdahale etmek istediysem de başarılı olamadım. Çünkü beni misafir eden köylümüz ve tıp öğrencisi olan Mehmet Turgut Efendi aman ha! Hocam, geçenlerde böyle bir olaya müdahil olduğumda canımı zor kurtardım. Diyerek bana engel olmuştu. Demek ki bunların tanrıyla sorunları vardı. Gerçi mesele tetkik edildiğinde Tanrının hiçbir suçu yoktu. Fakat bunlar küfür eylemine ısrarla devam ediyorlardı. Bu bölgemizin adını bile yazmaya tenezzül etmiyorum ama bu satırları okuyan zaten hemen anlayacaktır.

Benim anlamakta zorluk çektiğim nokta şuydu. Tanrı bütün nimetlerini ve zenginliklerini bu bölgenin insanlarına bahşettiği halde bunlar ısrarla Tanrıya sebb ediyorlardı. Yani Tanrının onlardan esirgediği hiçbir nimeti yoktu. Buna rağmen onlar bu yanlış muameleye devam ederken Anadolumuzun fakirliğin her türlüsüne düçar kalmış, sefalet çeken birçok belde ve bölgesinde böyle bir saygısızlığa rastlanılmadığı gibi Allah'a aşırı tazim hürmet ibadet ve şükür yaşandığına şahit olamadığınızı söyleyemezsiniz.

Günlerden bir gün o bölgenin aziz evlatlarından olan muhterem Fersahoğlu hocamla bu konuyu mütalaa ederken bize çok enteresan olaylar anlatmıştı. Hoca gençliğinde bu sebb vakalarıyla mücadele etmiş bu sebepten ötürü de bazı arkadaşları komalık vaziyetine gelene kadar dövülmüştü. Yine hocamızın şahit olduğu bir sebb olayı şöyle olmuştu. Aynı bölgede azgın bir kul Tanrıya küfrediyor. Hocamızın hemşerilerinin de müdahalesi üzerine; “Hey adam! Erkeksen Tanrıya değil de bana küfür etsene” deyince, “Tabi bana küfür etmeye cesaret edemezsin çünkü seni gebertirim. Ancak biliyorsun ki burada Allah’ın kimsesi yok ona küfrediyorsun” cümlesi her ne kadar avami olsa da, bence bize çok önemli ipuçları veriyor. Demek ki hakikaten Allah’ın kimsesi yokmuş. Eğer o kendisine sövülmesine cesaret edilemeyen adamcağız kadar Allah’ın adamı olsaydı veya bu adam kendisine küfredildiğinde takınabildiği tavrı Tanrı için de takınabilip Tanrının haklarını en azından kendi hakları kadar savunabilseydi bu eylem çoktan ortadan kalkmış ve unutulmuş olacaktı. Şimdiye kadar anlatmaya çalıştığım kesim halk içindi. Ancak bundan sonraki bölük daha vahim çünkü bunlar hakikaten dinde taraf olup da dinin bütün kaymağını yiyen kesim içindir.

Yine aynı bölgemizde dini cemaatlerin, grupların ve tarikatların azımsanmayacak kadar ağırlıklarının olduğunu biliyoruz. Bunların resmi olmasa da tekkeleri, zaviyeleri, okulları, kursları, yurtları hizmetlerine devam etmektedir. Bu hizmetlerin devam etmesi gerektiği kanaatinde de olduğumu belirtmek isterim. Çünkü bunlar bir ihtiyaca cevap vermektedir. Bunları kaldırdığımızda yerine ikame edeceğimiz bir faaliyet görülmüyor ufukta.

Misal verecek olursak bir gün yaşadığım şehrime eski dostlarımdan muallim bir hanımefendi oğlunu getirmiş bana da ona yurt bulmamı istemişti. Beraberce onun istediği ölçüde sisteme uygun bir yurt arayıp bulamadık. Devlet yurdu da çok sınırlı olup çoktan dolmuştu. Buradan ben Atatürkçüyüm laikçiyim diyenlere de sesleniyorum. Lütfen işin edebiyatını yapacağınıza siz de organizasyonlar kurup yurtlar kurun yoksa muhafazakârlar yurt yapıyor diye yırtınmanız hiçbir anlam ifade etmeyeceği gibi samimiyetinizin de değerlendirilmesine sebebiyet verecektir.

Sonuçta hanımefendi arkadaşım çocuğunu sadece mecbur kaldığı için bir cemaatin yurduna teslim edip ağlayarak evine döndü. Aslında ağlamaya da gerek yok çünkü burası Türkiye. Hepimiz müslümanız, kimsenin dinimizle tanrımızla bir kavgasının olduğuna da inanmak istemiyorum. Kısacası medeniyetimiz mağlup olduğu için dışarıya karşı komplekse girdik. Bu yenilgimize bir sebep aradık. Onu da bulduk. Bunu da medeniyetimize fatura ettik. Artık biz bundan sonra medeniyetimizden, kültürümüzden, dinimizden, örfümüzden her şeyimizden ar eder duruma geldik. Haddi zatında benim milletimin dinle değil dinciyle, İslam ile değil İslamcı ile kavgalı olduğuna şahit olduk.

Bana sorarsanız Cumhuriyet döneminin en dindar devlet adamı kimdir derseniz ben hiç tereddüt etmeden ne Menderes, ne Erbakan, ne Özal, ne Demirel ve ne de Erdoğan diyemem, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” darbı meselinde olduğu gibi Türklük tarihinde tefsir yazdıran tek devlet adamı olan Atatürk derim. Eğer bilmiyorsanız hemen Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” tefsirinden temin edip okumaya başlayın. Yine Atatürk’ün diğer dini eser çalışmalarından Ahmet Hamdi Aksekili’ye yazdırdığı “Askerin Din Kitabı” nı vs. unutmayın. Bu çalışmaların ana sebebi dinimizi dincilerin elinden almaktır. Bu enstrümanı pula çevirmelerine siyasete çevirmelerine engel olmaktır. Bilahare milli şef İsmet İnönü’nün dini zapt-ı rapt altına almış olma politikalarına rağmen refikaları rahmetli Mevhibe hanımefendinin ne kadar mütedeyyin olduğunu ve eşi İsmet Paşa’ya her gün muska kontrolü yaptığı çeşitli vesilelerle yazılmış çizilmiş ve sohbet konusu olmuştur.

Yine yakın tarihimizde başvekil Bülent Ecevit döneminde büyük bir cemaatimizin üzerine gidilmiş o cemaatin liderleri de basına açıklama yaparak bütün okul, kurs ve yurtlarımızı devlete ve Milli Eğitim Bakanlığına hibe ediyoruz deyince aman ha! Biz bunları yönetemeyiz ne imkânımız nede personelimiz var diyerek Ecevit’in kıymetli refikaları Rahşan hanımefendinin bunlara kol kanat gerdiğini bu cemaatin da sağ gelenekten gelmiş olmalarına rağmen seçimlerde D.S.P.’ye nasıl destek verdikleri de hepimizin malumudur. Yaptığım tespitlere dayanarak şunu da belirtmek isterim ki bizim sol gelenekten gelen kardeşlerimiz diğerlerinden daha inançlıdır. Son yaptığım ankette sol gelenekten gelen laikçi kesimin sağ gelenekten gelenlerden daha fazla muska vs. batıl inançları uyguladığını ancak bunları gizlediği gerçeğidir.

Bunun psikolojisine gelince diğer kesim nasıl olsa ben dindarım diyerek Tanrıyı kafaya aldıkları zehabına kapıldıklarından çok rahatlar. Sonuçta hepimiz aynı medeniyetin çocuklarıyız unutmayın. Eksiğimizle fazlamızla birbirimizden hiçbir farkımız yoktur. 1980’den önce saflarımız ayrıştığı dönemlerde bile sol denilen kesimin arayıp tarayıp C.H.P.’li hoca Efendiler bulup dini ihtiyaçlarını bunların üzerinden giderdiklerini çok iyi biliriz. Misal verecek olursak Adıyaman Eskisaray Camii imamı rahmetli Zeyli Mehmet hoca ile Zile ulu camii rahmetli imamı Abdulkadir Atalar hocalar çok kıymetli birer imam olup bir ömür C.H.P:’li olma şerefiyle büyük hizmetler ifa etmişlerdi. Ben ve benim gibi düşünenler o zaman onları anlayamazdık. Ancak ben şimdi onların ne kadar büyük birer din âlimi olduklarını anlayabiliyorum. İkisine de Tanrıdan rahmet diliyorum.

Ben halen mebus olup irtica ile sonuna kadar mücadele edip kendisinin de hafızlık yaptığı köyünün kuran kursuna her gidişinde bağış yapan bir politikacımızı çok iyi tanıyorum. Binaenaleyh buradan Sn. Deniz Baykal’a da küçük bir serzenişte bulunmak istiyorum.

Sn. Baykal, başında bulunduğunuz partinin Türkiyemizin ilk partisi olduğunu ve Atatürk’ün ilk parti programını tekrar gözden geçirip bir zahmet biraz daha milli ve biraz daha dini söylem ve uygulamalarınızı restorasyondan geçirebilirseniz göreceksiniz ki ne millici nede milliyetçi ve nede dinci hiçbir parti kalmayacak. En yakın genel seçimlerde hepside sandığa gömülüp birer tabela partisi olacaklardır. Bizden söylemesi. Takdir sizin çünkü siyaset boşluk kaldırmaz asıl rükün olarak bu hizmetler sizin partinizi ve sizi beklemektedir. Haddi zatında sizin çizginizi milletimiz bilmekte ve takdir de etmektedir. Cuma namazlarını eda ettiğinizi herkes biliyor. Ancak reklâmasyona gitmediğinizi de herkes biliyor. Geriye bir gözden geçirme merhalesi kalıyor. Hepsi o kadar işte.

Hz. Peygamberin bir hadisinde fakirlik küfre yakındır. Bir atasözümüzde “Aç atın kıblesi olmaz”. Yine başka bir atasözümüzde “Aç köpek fırını delermiş”, yine “Aç eşek anırır” ve “Aç ayı oynamaz” gibi ifadelerden sonra bir Hadisi Kutside “Mazlumla Tanrı arasında hiçbir perde yoktur” kaldı ki bu mazlum ve mağdur Ateist dahi olsa, mamafi bunlar da bizim mazeretlerimiz. Evet, bir çocuğumuz Anadolu’nun her hangi bir beldesinden yola vuruluyor, şehirlerimize geliyor. Eğer biraz imkânı varsa kendi yağıyla kavrulup eğitimini tamamlayıp bir şekilde hayata atılıyor. Eğer biraz zekiyse Sivil Toplum Kuruluşları, cemaatler, cemiyetler veya diğer kurum veya kuruluşlar onları hemen alıp bir yerlere yerleştirip işleyip kendisine kul yapmaya çalıyorlar. Çocuk uyanıksa hemen orada temayüz edip pastadan pay kapabiliyor. Eğer beceriksizse veya az kabiliyetli ise ne kimse sahipleniyor nede kimse bir kuruş yardım elini uzatmıyor. Eğer eline düştüğünüz gurup siyasi bir hizip ise bir evde kalmış olmanın faturası olarak o partinin afiş yapıştırma vs. gibi ayak işlerini yapma mecburiyetiniz söz konusudur. Eğer katıldığınız organizasyonların eğitim hizmetleri varsa onlara bilakayd-ü şart hizmet etme durumunda kalacaksınız ve onların dediği eğitimi alıp onların dediği yerde ve şekilde hizmet vereceksiniz.

Binaenaleyh katıldığınız gurup bir tarikat ise onun şart ve eylemleri muvacehesinde mistisizim yapacaksınız demektir. Güzel tamam bunların hepsini kendi yapısı içerisinde mantıklı ve tutarlı kabul edelim faraza. Ama tarihten günümüze kadar bu metafizik faaliyetleri bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirecek olursak şu değerlendirmeye vasıl olabileceğimiz kanaatindeyim. Eskiden cemaatler ve tarikatlar kendi inançları muvacehesinde dini, mili, kültürel faaliyetler gösterip insanları daha çok uhrevi hayata hazırlık muvacehesinde talim ve terbiye ettikleri gibi bu gurupların liderleri de mensupları da Efendimizin Medine’ye hicret ettiği dönemde yaşadığı muamelatla müzeyyen idiler. Fakat bizi üzen bu ruhun sadece istismar edilmesidir.

Bu cemaat liderleri ve şeyh Efendileri eskiden klasik medrese ve usta çırak eğitimi şeklinde tekkenin en liyakatlisi ve en mütevazı olanı posta oturtulurken ve bunların bir bakıma bütün yaşantıları itibariyle tabir caizse birer Allah’ın Adamı olduğu müşahade edilebilirken sizler eskiden, insanlara psikolojik rehabilitasyondan geçirirken bugün bir de bakıyorsunuz bu liderler bir taraftan ruhbanlık vezaifi: güzel! Bir taraftan da Üniversite Profesörlüğü. Çok güzel! Öbür taraftan bir de bakıyorsunuz ki kapitalistlere fark atacak bir aşkla holding sahipliği. Çok ama çok güzel! Yine bununla da yetinilmeyip güç ve kudret sahipliğini tamamlamak sadedinden bütün siyasi partilerle flört yaparken bununla da hızını alamayıp siyasi bir partinin ya vasisi olmak ya da lideri olmak gibi bir dram.

Kardeşim, sen aslında ben peygamberim diyeceksin amma buna yüreğin dayanmıyor. Kaldı ki Peygamberler bile, “Bana dünya işlerini değil uhrevi ve dini meselelerinizi sorun, dünyevi işleri de mütehassıslarına sorun” demişti. Hazreti Musa’nın Tur-u Sina‘da eşeğine nasihat ettiğini, eşeğinin de, “Sen peygamberliğini ben de eşekliğimi yapayım” demesi üzerine görev dağılımı yapmışlardı.

Hey hemşerim yoksa sen her şeye sahip olmanın neticesinde Tanrı olduğunu falan mı zannediyorsun bu ne doyumsuzluk. Vakti zamanında firavun Nemrut vs. bunları yaptılar. Ancak senin gibi değil açıkça ve Tanrıya da meydan okuyarak bunu yaptılar. Bana göre onlar sizden daha dürüsttü. Kutsal kitaba da Tanrının hasımları olarak geçtiler. Bana göre kâfirlik münafıklıktan daha hayırlıdır. Çünkü safınız nettir. Kimse bilmeden tesirinizde kalmaz. Sadede gelecek olursak bu anlatmaya çalıştığım cemaatler, Tanrımıza küfredenler şehirde bol miktarda ikamet etmektedir ve orada bazı insanlar her vesileyle Tanrıya en ağır küfürleri savurmaktadır. Bu cemaatlerin kıymetli mensupları da bunlara her gün şahit oldukları halde bu güne kadar her hangi bir müdahalede veya ikazda bulunduklarına da kesinlikle şahit olunmamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı dâhil hutbeler irad edilip bunun yanlış olduğu şeklinde herhangi bir faaliyet yapılmamıştır. Ancak eğer yüreğiniz tutuyorsa siz de benim gibi bunların cemaat ve liderlerini hafif bir silkeleyin başınıza gelebilecekler için de şimdiden geçmiş olsun diyorum. Ha demek ki biz cemaatlerimizi dinleştirdik. Din kardeşliği gibi ulvi bir kardeşliğin yerine hizip, gurup, cemaat ve ya tarikat kardeşliğini yerleştirdik. Bu camiaların liderlerini de Tanrılaştırdık. Bu yazdıklarım 50 senenin tecrübesi neticesinden kaleme alınmıştır. Yoksa ısmarlama masa başı çalışması değildir.

Yirmi sene ağabey dediğimiz bir dostumuzun liderini tenkid ettiğim için bir deli kiralanıp tehdit edilmiştim. O günden beri kendisiyle konuşmama kararı aldıktan sonra “Dostum biraz da şu Tanrıya küfür edenlerle ilgilen” dediğim zaman “Tanrı kendi işini görür ben liderimin haklarını savunuyorum“ demişti. Bilahare seçim gelip çattığında mebus listesinde kendi ismini göremeyince liderin anası avradıyla bir de kendisi ilgilenmişti. Buyurun buradan yakalım. Evet, al sana sadece seküler menfaatler üzerine kurulmuş bir aidiyet şuuru. Kim güçlüyse onunla, kim hâkimse onunla iş tutmaya devam etme anlayışında ısrar etme anlayışına devam edersen ben de sana sadece şu cümleyi söyleyerek teşhisimi koyarım. Emaneti teslim etme zamanın vaki olduğunda imam Efendi, “hey cemaat bu adamı nasıl bilirsiniz” diye sorduğunda “Tanrı ile sorunu vardı” derim. Yine hakkınızı helal edin diye çağırıldığında “Haram olsun” derim. Ben şimdiden sana hatırlatayım da günah benden gitsin. Sonra arkadaşlık hukukumuz vardı, neden beni ikaz etmedin? İftirasında bulunma şansı tanımamam için peşinen seni ihtar ediyorum.

Geçenlerde bu makaleyi kendisine okuduğum Emin Efendi bana Hocam Tanrının, peygamberin ve bütün mukaddesatın değil maalesef Atatürk’ün bile sahibi yok diyerek başından geçen ilgili mahkemesini anlatınca ben de hayret etmiştim.

Son vecize olarak 06 Temmuz 2007, saat 15.00’de Üsküdar Sarhoş İmamlar Tekkesine vasıl olunca devrin ulemasından Bıyıkzade İlyas Efendi ki şiraze dikmek, hat çekmek ve zıvana çakmakta mahir idi. Buyurdular ki evladım, “Delilik az akılla olmaz, Velilik de az akılla olmaz”.

Bu fani dünyada ya deli ya veli ol. Üçüncüsü olma, helak olursun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder