26 Temmuz 2010 Pazartesi

SİİRT VE BOLU SERÜVENİ

İlim, irfan kıtlığıyla aş ve iş fukarasıyken başımızı taştan taşa vurarak nihayet kimsenin tenezzül etmediği “İptidadiye Muallimliği Mektebi”nin hem de en mahrum ve en mağdur bölgesi olan bir coğrafyanın dipsiz sokağı olan ancak tarihte medeniyetimize beşiklik yapan Siirt şehrimize bu malum vesileyle vasıl olduk. İdadiden sonra iki sene ilim ve terbiye alarak Anadolu’muzun bir köyünde muallimlik yapıp maişetimizi temin bahanesiyle hizmet etmeye karar kılmıştık.

Trenle Kurtalan’a kadar gittikten sonra bir vesaitle de Siirt’e kavuştuktan sonra mütevazı bir gurbetçi otelinde sabahlayıp kahvaltı yaptıktan sonra mektebimize gittik ki kapıda görevli olan polis Mehmet Efendi hemşehrim çıktı. Şimdilerde bir yerde müdürmüş. Kayıt işlemlerini yaptıktan sonra okulun lağvedildiğini açıkladılar. Bize de istediğiniz muadil bir mektebe nakil gidebilirsiniz denildi. Ben de o zaman Asitane’de kolağası olan paşama yakın olması hasebiyle Bolu’yu tercih edip işlemlerimi tamamladıktan sonra bir daha ülkemizin bu ücra köşesine gelmek nasib olmayabilir endişesiyle o bölgenin en güzel mekulat ve meşrubatlarından taam eyledikten sonra biraz bıttım sabunu, bir tane Siirt keçi kılı battaniyesi satın aldıktan sonra o günkü imkansızlıklara rağmen bir taksi kiralayarak Marifetname'nin müellifi İbrahim Hakkı hazretlerinin ve hocası İsmail Fakirullah hazretlerinin medfun bulunduğu Tillo beldesini ve makamlarını ziyaret etme fırsatı buldum (1978).Bir dağ silsilesine konuşlandırılan şehir ve şehrin kenarında bir makam.

Malumunuz zamanın Astronomi alimi İbrahim Hakkı Hazretleri aslen Hasankaleli olup hocası İsmail Fakirullah’dan ilim ve feyiz almak için oraya mekan tutmuş. Hocası rahmeti rahmana vasıl olduktan sonra ona bir makam imar etmiş, bilahare kendisi de ölünce hocasının mezarının bitişiğinde dışarı bir mekana defn ettirilmiştir. Ancak İbrahim Hakkı bu kadar ilim ve irfan aldığı hocasına ilmin cilvesi olarak dünyada eşi benzeri olmayan bir hesap kitap neticesinde bir nehafet sunmuş.

Bize rehberlik yapan zatın anlattığına göre kilometrelerce ileride doğu tarafında bir kule inşa edilmiş. İsmail Fakirullah’ın mezarının üzerine de bir kule inşa edilerek, güneş doğarken şehirde herhangi bir ışık söz konusu olmazken doğudaki kule güneşten ışığı alıp kırarak İsmail Fakirullah’ın mezarının bulunduğu kuleye yansıtmaktadır. Işık tekrar kırılarak İsmail Fakirullah’ın mezarının üzerine düşerek oraları nur gibi aydınlatmaktadır. Bu aydınlatma olayının senede bir defa vuku bulduğunu onun da hazretin doğum gününe tesadüf ettirildiğini ve yapılan bu işlemler esnasında herhangi bir cam veya mercek kullanılmadığı olayı yaşayanlar tarafından üzerine basa basa izah ediliyordu. Ancak geçenlerde A.B.D. bilim adamlarının bu denklemi çözmek için gelip yetkililerden izin aldıktan sonra bu taş yapıları ölçmek bahanesiyle çözdüğünü, birbirinden ayrılan taşların eski vaziyetlerine getirilmiş olmasına rağmen aynı hassasiyetin korunamayıp bu dengenin bozulduğunu bize ağlayarak anlatmışlardı.

Güzel yurdumun bu güzel insanlarını dinleyip gerekli tetebbuatta bulunduktan sonra Hısnı Mansur’a ve oradan da nakledildiğim yeni memleket olan Bolu’ya doğru revan olmuştum. Bolu’ya direkt olarak vasıta olmadığından Asitane’ye giden bir otobüsle bir kış günü şafak vakti vasıl olup soğuğunu adeta Erzurum’dan borca almış olan bu güzel beldemize inmiş oldum. Elimde bavulum ve beni şehrin başıboş köpekleri havlayarak karşıladılar. Her yer kapalıyken bir polis aramasından geçerek sabahçı kahvesi bulup bir çay içip kendime gelmeye çalışacaktım. Yaşlılar avdet edip seb ettikçe bayağı üzülmüştüm. Bu fasıl benim gurbette ilk denemem olduğundan bayağı hırpalanmıştım.

Bir dönem Başaran Otelde sobasız soğuk odalarda çilemi doldururken bir sürede yüce devletimin bir pansiyonunda kalmıştım. Bazen de bekarhaneler, bilahare eski bir şatoda arkadaşlarla kalma mecburiyeti hasıl olmuştu. Giyim kuşam beslenme ve ısınma gibi problemlerle mücadele ederken bir taraftan da Dandanakan savaşı tekrar kızışmış can güvenliği olmadığı gibi milletimin evlatlarının ekseriyeti’de çareyi batıcı, batının batıcısı orak çekiççi veya çoban yıldızında bulmuştu. Ben ve benim gibi bir kesimde kurtuluşun sadece ve sadece milli ve yerli kalmaktan geçtiğini her zamanki gibi ısrarla savunduğumuz için isimlerini vermeye bile tenezzül etmediğim bazı mahlukat bizi sarsmış çalışmama halel gelmemesi ve kirlenmemesi tedbiriyle onları Çalab'a havale ediyorum. Kaldı ki kış gelip geçip hayatımın baharı geldiğinde bu zavallı zerzevat, “Bizim Hayrullah” diye iltifatta bulunup beni davet etmişlerdi. Kaldı ki o Dandanakan savaşı savaşında bana ve benim gibi gurebaya yapmadıkları melanet kalmamış önceleri icazet almam engellenmiş, hatta tart edilmiştim.

Bilahare mezun olup ayrıldığımda da tahsil yaptığım külliyelere resmi yazılar yazıp bir fert iki mektep okuyamaz deyip oralardan da kaydımın silinmesine gayret etmiş, tezviratta bulunmuşlardı. Ancak zurnaları ellerinde kalmış, kümülatif olarak iki yılda tamamlanması gereken medreseyi dört yılda bitirmeme rağmen her türlü zulme reva görüldükten sonra birde yetmiyormuş gibi bizim ki diyerek istihzada bulunmaktan ar etmeyen ehvenatı Çalap çarpsın. Bölgeyi tanıdıkça ve yeni güzellikler keşfettikçe kendi imkanlarınız ölçüsünde yararlanmaya çalışıyorduk. Yedigöller, Abant, Kartalkaya leziz yemekler ve kaplıcalar çam havası, çam kolonyası, çam kokusu ve çam balı. Bilahare büyük camiinin hemen altında sirkeci Ahmet Efendi “Derde deva, sadra şifa” sirkeler, sohbetler ve nirvana, bilahare ondan ayrılıp rakibi olan “Borazani Efendi” ve onun ciğer söküp verem olmama sebep olan ve erik ağacından özel olarak yapılıp vernikle cilalanan zurnası ve zurna festivallerini unutmak na-mümkün. Hocaefendi den ilk duyduğum sözdür benim “Kahvenin kaynaması tiryakiyi, Sıpanın zıplaması eşeği baştan çıkarır”. “Hacı, o rüyaları kimseye söyleme” demeyi de ondan öğrendim.

Hayrullah Efendi çok uslu ve muttaki olmasına rağmen Borazani Efendinin ne borazanına, ne sıpasına ne de erik ağacından hususi veçhile yaptırdığı zurnanın o tiz sesine hiç ama hiç dayanamamıştı. Hayrullahcığım çok direndi çok gayret etti çok uğraştı ancak söylendiğine göre o a’ma çiftine yapılan gavur büyüsüne maruz kalarak bu gönül işleriyle mağdur ve mazlum bir derekeye düşenleri hamakatle itham etmesine rağmen o da teslim olmuştu. Çünkü tezgah çok büyüktü. Kendisine dünyevi ve uhrevi her türlü imkanları serdedilmişti. Meğer bu bir denemeymiş, bizde mayın eşeği ve deneme tahtası olmuşuz.

Evet aldatılmıştık. Bize sıkı sıkıya “Aman ha! Öbür tarafa kalsın ha!” Ricalarını kabul gördük ve “Evet öbür tarafa kalsın” dedik. Kimisinin oyununa kimisinin de istihzasına malzeme olduk. Haydi hayırlısı olsun diyoruz; ancak insanın duygularıyla oynanmış olunmasının ne olduğunu ancak yaşayan bilir. Diyebilirim ki hayatımın en büyük fırtınalarını burada yaşamışımdır. Bu vesile ile Sezai Bey’i de okuyup müptelası olmamı da bu beldeye borçluyum. Yine en kötü günlerimizde bize sağlık takviyesinde bulunan tabip Yücetürk, Musa Efendi ve Ayhan Efendi’yi unutamam. Bu serüvende bana derttaşlık yapan ihvana da şükranlarımı sunarım. Bir de memleketimizin en kıymetli paşalarından Eşref Beyle beraber yemek yeme şerefine de burada nail olmuştum.

Ayrıca bu serencamda Mualliman-ı evlad-ı fatihan’dan Kazım, Şeker Hikmet, Ahmet, Şinasi, Sebahattin ve İsmail beyefendilerin de huzuru mübarekelerinde saygıyla eğiliyorum.

Elveda güzel Anadolu’muzun güzel şehri Bolu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder