Her türkünün, her şarkının bir makamı olduğu gibi her insin ve her cin’in bir makamı ve hatta her hayvanın olduğu gibi her nebatatın da bir makamı mutlaka vardır unutmayın. Muhtasaran bütün mevcudat mutlaka bir makamla mukayyettir. Siz de bu kuralı kesinlikle, Unutmayın ha! Derim. Çünkü varlığın ana rüknüdür bu makamat yoksa hercümerç olursunuz ha unutmayın! Eskiden her mevcudat makamıyla mukayyed iken züppelik makamında bulunanlar bu makamları karıştırarak kainatın tadını kaçırdılar biliyor musunuz? Eskiden Kangal Sivas’ta yaşar ün salar efsane sürerdi. Eskiden nebatat kendi coğrafyasında ve kendi mevsiminde yetişir şifa sunardı. Eskiden başlar baş, kıçlar kıç, ayaklar ayak statü kavgası ve haksız sınıf atlama problemleri yoktu.
Her milletin bunalım dönemlerinde mutlaka yardan diyardan ve de serden geçenleri vardır. Bizim milletimizin de pek tabiidir ki bir serdengeçtisi vardı. Antalyalı idi. Osman Yüksel namında namuslu bir vatan evladı idi. O da geldi geçti. Birkaç günlük fasıldı. Ondan bize boynu bükük birkaç karanfil bile kalmadı. Ondan geriye kalanlar eğer varsa neredesiniz eğer varsanız sizi arıyorum. Yok, eğer düşmanla işbirlikçi olduysanız sakın ha! Karşıma çıkmayın Serdengeçti’nin bütün sebb’lerini size yöneltirim.
Osman Yüksel Serdengeçti ömrünü milletine vakfetti. O adeta tek başına bir orduydu. Çalıştı çabaladı, ondan bize tevarüs eden iki hatıramızı arz etmeye çalışacağım. Osman Bey’in altı dairesi vardı. Onları kiralayıp üniversite de okuyan yerli ve milli çocuklara burs olarak verirdi. Bir taraftan dergi çıkartır, siyaset eğitim ve özetle milletimi kendi asli hüviyetine kavuşturmak için yapılması gereken ne varsa yapıyor canını, malını her şeyini ortaya koyarak adeta bir çeşit cihat yapıyordu. Şüphesiz ki onun yakın dostları onun hakkında her şeyi tespit edip ciddi bir kitap haline getirebilir. Böyle bir çalışma benim boyumu aştığı için kısa bir özet vermekle yetinmek durumundayım. Osman Yüksel Beyin, Behice Boran ile önce öğrencilik, bilahare mebusluk faslındaki atışmaları meşhurdur. Yine Necip Fazıl Beyle Tevkifhanede sohbetleri meşhurdur. Hele hele Oflazoğlu’nun hizmetleri unutulmayacak kadar meşhur olup onunda naz makamı ile konuştuğunu asla ve kat’a unutmamak gerekir düşüncesindeyim. Osman Yüksel Beyin Ankara’da meşhur bir makamı vardır. O makamın bir bölümünde dergi çıkartılırken bir tarafında da yatak vs. kalacak bir mekân, makamın diğer kısmında da mekulat ve meşrubat bol miktarda Antalya üzüm pekmezi ve envai çeşit kurutulmuş meyveler. Bir defasında Şevket Efendi Osman beyi makamında ziyaret ederken büyük teacüple, “Ooo! dut kurusu, kayısı kurusu, elma kurusu, ayva kurusu, üzüm kurusu, armut kurusu ve her meyve ve sebzenin kurusu varmış” derken, Osman ağabeyimizin “Gel gel, birde piç kurusu eksiğimiz vardı senin ile tamamlanmış olsun” demesi çok meşhurdur.
Yine geçen genel seçimlerde insan muhibbi İlker Alpkaya Efendi hizbinin layık olduğu çoğunluğu kesbedemeyince şekeri yükselmiş devahanelere düşmüştü. Kendisine hassaten siyasi konularda fazla namuslu olmaması gerektiğini 40 sene hizmet ettiği hemdaşlarının kendisine Hançer-i Rüstem reva gördüklerini söylediysem de nafile ne yapalım ben bu vesileyle Osman ağabeyimizin her konuda olduğu gibi siyasi hatıratından bahsederek yine eski bir genel seçimin sonuçları ilan ediliyor. Televizyon yoktur. Osman ağabey hem bir taraftan namaz kılıyor hem de bir taraftan açık olan radyodan seçim sonuçlarını dinlemektedir. Osman Bey’in hemtaraf olduğu hizip sürekli dibe vurunca Osman Bey Tanrıya seslenerek “Yeter artık kılmıyorum” diyerek namazını bozmuş ve ona serzenişte bulunmuştu (Dilaver Cebeci). Evet, normal bir şeriat uzmanına sorsalar, Osman Efendi mürted olmuştur. Halbuki Türk İslam tasavvufunun en yüksek makamlarından olan naz makamına yükselmiştir. Bilindiği üzere üç çeşit müslümandan bahsetmek mümkündür:
1-Normal vasat Müslüman sınıfı vardır
2- Çalab’ın nazını çeken Müslüman sınıf vardır.
3-Bir de Tanrının onun nazını çektiği bir Müslüman tipi vardır ki işte Osman ağabey bu son sınıfın pirlerinden idi.
Osman Yüksel Serdengeçti Adalet partisinden mebus seçilir. Oradan M.H. P.’ye geçer. Bir süre M.H. P. de takıldıktan sonra orayı fazla dindar bulamadığı için istifa edip M.S. P’ye geçer. Alparslan Bey, akşama kalmadan geri gelir deyip güler. Hakikaten ikindi vaktine kadar orada kalır hemen istifa edip M.H. P. ye döner. Üstat niçin geri geldin denildiğinde orada Türkçe’den başka her türlü bölgesel dilin konuşulduğunu ve dayanamadığını söylüyor. Yine Osman beyin bürosunda pekmez ikram ettiği Y. Bülent Bakiler’e, “Bataklık mı kurutuyorsun?” demesi de çok meşhurdur.
Rahmetlinin milli şef ve oğlu Erdal Bey ile hatıratı ile mecliste yaptığı konuşmaları ve kravat hikâyesi de çok meşhurdur. Benim çocukluğumda bir gün Osman Bey memleketim olan Hısn-ı Mansur’a gelmiş misafir edilmiş ağırlanmıştı. O yıllar da Süleyman beyin bağlarda kelle vurulmuş, üzümler yenmiş sohbet faslına geçilmişti. Arif Bey de, Bekir amcama söyleterek aman Süleyman Bey’e söyle Arif’i de mebus listesine alsın ricasında bulunmuştu. Tabi Osman Bey mebusluğa değer vermediğinden dolayı bunlara yüz vermemişti. Arif Bey de Osman Ağabeyi kızdırmak için Süleyman Bey’in geçenlerde Osman Bey’e A.B.D.’den bir kravat hediye getirdiğini söyler söylemez Osman Ağabey zıvanadan çıkmış. “Arif şey yeme!”diyerek bağırmıştı. Bizlerde keyifle gülüşmüştük.
Çevremizdeki samimi insanların birden karakter değiştirip Temmuz ayında kırmızı kravat takıp, siyah takım elbise giyip eski dostlarından selamı sabahı kesmelerine şahit oldukça bu çocuk müdür mü? Oldu diye sorduğumda hocam nasıl bildin diye müstehzi düşmeleri beni üzmektedir.
İnsanımızın layık olmadığı veya geleneği olmadığı halde bir yerlere gelmesi çevreye vereceği zararlardan önce onu gülünç duruma düşürmektedir. Hayvanata gelince bir gün Kangal ilçemizden bir grup Kangal cinsi köpeği Avrupa’ya ve A.B.D. ye götürüp ıslah etmeye ve hatta Beyaz Saray’ın korunmasında istihdam etmeyi denediklerini okumuştum. Ancak benim asil Kangalım kendi coğrafyasından ayrılmanın ızdırabına dayanamadığı gibi oraların havasına, suyuna gıdasına adapte olamamış yani batılılaşamamış. Yani ne doğulu olarak kalabilmiş nede batılı olamamış zağar bir kelp olarak yaşayınca da tart edilmişti.
Gerçekten nebatat içinde aynı şeyler geçerli değil midir? Biz eskiden bütün meyve ve sebzeleri mevsiminde tüketir büyük bir haz ve şifa bulurduk. Onların genetiğiyle oynanıp hem onların onuruyla oynandığı gibi hem de insanların sağlıyla oynanmadı mı? Kamyona yüklenip İstanbul’a kadar yolculuk yapan hıyarların yolda büyüdüklerini hormonlandıklarını herkes biliyor. Geçenlerde bir televizyon programında yaşlı bir köylü teyzenin evladım bunları biz eve sokmayız bize zarar verir ancak onları pazarcılara satarız bunlar zehirdir demesini unutamıyorum. Bir de sıcak iklimlerin ağaç ve bitkilerini saksılarda elverişsiz bölgelerde yetiştirilmelerini bir yaşam hakkı gaspı olarak düşünüyorum. Saksılardaki Benjamin, kauçuk v.s. ağaçların kendi bölgelerindeki devasa cinslerini görünce şaşırıyorum. Hele hele İstanbul’da devasa palmiye ve hurma ağaçlarının ızdırabları beni üzüyor. Özellikle Üsküdar Belediyesinin ana giriş kapısındaki iki büyük hurma ağacını ve çektiği ızdırabını bir de siz yerinde gözlemlerseniz, bu mübarek iki ağaç istisnasız her sene büyük hurma salkımlarını tutar. Ancak iklim müsait olmadığı için meyvesini ne büyütebilir ne de olgunlaştırabilir. O kutsal doğumunu bir türlü gerçekleştiremediği gibi her sene doğum sancısına müptela olur ama nafile.
Demek ki her insanın layık olduğu makam ve her hayvanın yaşamak için elverişli olduğu mekân ve her nebatatın yeşermesi için müsait olduğu iklim bir bakıma bu müşarünileyh mevcudat için birer makam mesabesindedir. Bunun tersi düşünülemediği gibi yapılan zorlamaların züppelikten daha öteye gidemeyecektir. Bu gün dünyamızın çevre sorunları diye adlandırılan ve hatta küresel ısınma musibeti de bu tahribatın neticesinde çıkmıştır diyebiliriz. Eğer biz tabii olabilseydik doğayı zorlamasaydık, doğa da bize tepkide bulunmazdı. Neticeten herkesin bir makamı vardır. Her varlık kendi makamıyla meramını dillendirir. Eşek “Rast” makamıyla anırırken, horoz “Dilkeşehveran” makamıyla ötmektedir. Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti büyüğümüzün de naz makamında çalıştığı malumunuzdur.
Çağdaş olarak da Hayrullah Şanzumi’nin naz makamında bayağı derece kesbettiği gerçeğidir. Şimdiye kadar deneyenler yandı. Tavsiye etmem, ancak isteyen belasını bulmakta serbesttir.
Bu hayat biraz saz, söz, naz, niyaz, zaman çok kısadır, makamımı kaz. Çalab bizi makamımızın hakkını veren ve başkasının makamından türkü söylemeye çalışanlardan etmesin. En güzel makam bizim geleneksel makam. Bizim harsımızda özellikle müzikte makam, statüye makam, mala mülke makam, devlet ricaline makam, siyaset ricaline makam, sevgiye makam denildiği gibi bunları çoğaltmanın da mümkün olması gibi bize de son durak ve son mekân olan kabirlerimize de makam denir. Unutmayın makam lugatte söylenilen sözde usul, adap ve oturulan mekândan kalkmak manalarına da gelir. Yine ölünün dirileceği mekâna da makam denir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder