26 Temmuz 2010 Pazartesi

TOPRAK HATTI KONFERANSI AHİRİ

Toprak hattı konferansı Osmanlı deliler bölüğünden ilham almakla ve muteselsilen Işıkzade Emin Efendi’nin fakültedeki “Deliler Çıkmazı” geleneğini sürdürmektedir. Onun için bu meclislere katılabilme şeraiti genellikle Emin Efendi kurallarına göre düzenlendiği bir hakikattır. Emin Efendiye göre sebb etmenin şartları yerine getirildikten sonra kapıdaki görevli Hayrullah Efendi mutad kontrollerini tamamladıktan sonra 1- 40 yaşını ikmal etmiş olmak, 2-Er kişi olmak, 3-Aklını dışarıda bırakmak gibi şeraiti yerine getirmeyen kimse içeri sokulmaz. Pek tabiidir ki misafirler ilk defa meclise gelişlerinde bu şartlardan muaf tutulmaktadır.

Cumhuriyet döneminin en büyük organizasyonu olan Toprak Hattı konferansı sivil bir organizasyondur. Nasıl ki resmi kurumlarınız devletin ve milletin başı sıkıştığında durumdan vezaif çıkarıyorsa, celsede bulunan isimler de sivil bir toplum kuruluşu gibi bir araya toplanıp dünyanın maddi ve manevi meseleleri mütalaa edildikten sonra ikram faslı. Ve bilahare Türk kültüründen süzülerek günümüze kadar gelen değerlerimiz sanat, müzik vs. etkinliklerle birlikte bir gündem etrafında teati yapılarak iştirak edenlerin bir bakıma fazla enerjilerinin toprağa verilerek rahatlatıldığından dolayı bu güzel isimle müsemma olmuştur. Özetle toprak hattı konferansına katılan ve katkıda bulunan mensublarımızla ilgili olan bu çalışmamızı mizah eksenli ifadelerle süslemeye çalıştık. Yoksa bu kurum herhangi bir resmi hüviyet kazanmış olmayıp ev sahipliğini de yapan Sezen-i Ruha-i Efendinin Şanlı Urfalı olması hasebiyle bir çiğköfte partisi gibi bir sıra gecesi veya Harfane geleneğimizden başka bir organizasyon olmayıp herkesin katılabileceği bir yarenlik meclisinden başka bir şey değildi.

SEZEN-İ RUHA-İ EFENDİYE: O karagül memleketinin karagülüydü. Gül Resulullahı remzeder. Gülün memleketi Medine idi. Nakibul eşraf olan Ruhai Efendi Medine’den Bireciğe, Aligöre bölgesine sürgün gelmiş, kara güngörmüş, kahrından gülünü karartmıştı. Ama onun tek tesellisi güzel Fırat’ın kenarını mesken tutup, Kelaynaklarla dertleşip Fuzuli’nin yaptığı gibi kutsal topraklara doğru başını taştan taşa vurarak yol alan Fırat’ın dedesine selam götürmesine seyirci olmasıydı. Büyük Sezen-i Ruhai, Büyük Fakıbaba’nın sülbünden gelir. O Birecik’te tarihi mabedin avlusunda kalan çaresizlerin dualarına muhatab olmakla dertlilere deva hastalara psikolojik şifa olmaya vesileye devam etmektedir. İsteyenler ziyaret edebilirler.

Muhterem Sezen-i Ruha-i genç yaşta tahsil ızdırabıyla M.Kemal’in Engürüsüne, oradan icazet aldıktan sonra güzel Anadolu’muzun dört bir yanında eğitim-öğretim, yöneticilik ve milli vezaiften sonra birçok Muallim Mektebinde talim. Kendisi gibi önemli zevatla eğitim cephesinde nöbet, Ahmet Er, Ahmet Ateş, Ahmet Arvasi, gibi nice yiğitlerle beraber Türkiye’yi ilmen ve de manen, iman seferberliğine mekteplerde, idadilerde, Yüksek Eğitimde muallimlik ve Yüksek Muallim Mektebinde müdürlük. Tam emeklisi dolarken 1985’te akademik hayata intisab. Büyük bir cesaret, fedakârlık, kararlılık ve 1961’de başlanması gereken faslın 25 sene sonraya ertelenmesi. Yani geç kalınmış bir saadet. Neredeyse evde kalmış bir kızın 25 çocuklu bir adamla evlenmesi gibi bir şey. Onun yerinde kim olsaydı ya bu kadroya atanmazdı, ya da üç beş sene zaman geçirip öğretim görevlisi olarak emekli olurdu. O bunların hiç birine aldırış etmeden hayata sıfırdan başladı. Doktora, Yardımcı Doçentlik, Profesörlük ve emekli Profesör olarak sürekli üreten, yazan, çizen okuyan yirmi kitabı ve yüzlerce makale yayınlayan büyük bir ilim adamı. Yirmi yaşında asistan olup ömrünü değerlendiremeyen yüzlerce akademisyen söz konusuyken o emsallerinin fevkinde çalışmalara imza attı. Kendilerini yazmaktan içtinab ederim. Ancak ben sadece Toprak Hattı zaviyesinden meseleyi inceleyerek müzekkinin zaman zaman onu kıskanarak yüzüne “hocam sen bir ilim manyağısın” dediğini de hatırlatmak isterim.

Sezen-i Ruha-i içtimaiyatta bir ekol olmuştu. Destursuz bağa giren zom itlerin haddini bildiriyor, fırsat buldukça onların dişlerini dedesinden tevarüs eden cehri zikir malzemesi nacak, kama ve kerpeten vs. cihazla söküyordu. Ancak çok mütevazı olduğundan ötürü neler başardığının farkında bile değildi. Sezen-i Ruha-i’ye sürekli hatırlatması için bir adam görevlendirildi. Ekşizade Rasim el-Turani ona sürekli “Hocam Unutma ha!.. Sen büyük adamsın ha!..” derdi. Yalnız hocamızın bir handikapı vardı ki çok kolay kandırılırdı. Zamanın fitnesinden zekavet onu farkına vardırmadan birçok evladı şeyatine danışman yapıp ardından da kıskıs güldüğüne hep şahit olmuşumdur. Toprak Hattında Türk milletinin meselelerini savunan birçok zevatın başka mahfillerde başkalarının emperyal duygularını nasıl desteklediklerine şahit oldukça kuduruyordum. Müzekki bunlardan biriydi. Toprak Hattında milli, başka yerlerde gayri milli borazancılığını yapıp bana da, “Aman ha! Kimseye söyleme!” diyenler aklımı başımdan alıyorlardı. Bereket aklım olmadığından kimsenin onu almasına da gücü yetmedi.

Toprak Hattında üç çeşit taam ikram olunurdu. 1-Gerçekten iştiyakla varını yoğunu ortaya koyarak yapılan ikramlar ki bunu ikram edenler zevk alır, ikram edilenler de bundan şifa bulurlardı. 2- Kerhen yapılan ikramlar ki Ruha-i Efendi bunları çok iyi tanırdı. Bunlar ikramların en kalitelilerini takip eder, sıra kendisine gelince firar eder unutuluncaya kadar bir daha uğramaz, zavallı Ruha-i onların sıralarını da dar bütçesiyle geçiştirirdi. 3- Sonuncu ikram çeşidine gelince lanet olsun babından yapılan ikramlardır. Çok ucuza getirilip o haftayı savuşturup müstakbel yağlı ziyafetlere kavuşma amacı taşırdı. Mesela Müzekki’nin ikramları bunlardandı. Evde beş liralık bulgur kaynatıp bir de yuvarlak İKİ YTL’lik Kek. Üzerini açar açmaz öksürür hazirunun midesi bulanır kimse yemez, kalanı akşama kadar kendisi telef eder. Sezen-i Ruha-i büyük insan ve büyük çalışmalara imza atmış ancak Müzekki’nin şerrinden emin olamadı. Müzekki onu sürekli istismar etti. Hocam benim mazeretim vardı. Çünkü ben Müzekki’nin talebesiydim. Amma senin hiçbir mazeretin kabul görmeyecek. Çünkü senin ona minnetin yoktu. O senin değil, Sen onun ve hatta Beyaz hocanın hocasıydın. Hocam kusura bakma amma bu konuda benim kadar bile tavır koyamadın. Hayvanat pazarında bir yiğidin iki ite değiştirilmesi olayında sadece seyirci kalmadığın gibi itlerden yana ağırlık koydun. Müzekki zaten cehenneme gitmekte kararlıydı. Kendisine arkadaş arıyordu ancak buna benim gönlüm razı olmaz, tez elden Ali Murat Efendiden nasıl yapılması gerekiyorsa öğrenerek tevbe istiğfar etsen ahiretin için çok iyi olur. Kaldı ki sen Resulullah'ın torunusun, ben ise sıradan bir insan. Haddimizi aştık biliyorum amma bunları size söyleyecek adam kalmadı. Zarureten ve büyüklere vekâleten yazıyorum.

Evet, hocam ilim sizi 30 yıl daha işlevli hale getirdi. Şimdi eğer beni dinler baldızımla izdivaç buyurursanız vallahi felekten 30 yıl daha çarparsınız. Çünkü genç hatun ömrü uzatır. Pîre (acûze) ise ömrü kısaltır bilirsiniz takdir sizin. Sezen-i ruhai ile ilgili son gelişmeleri de inceleyecek olursak o, fazlasıyla Zekavet’in emrine girmiş hatta onun tavsiyesi üzerine gelip, Ali Coşkun’u Hayrullah zannedip mabetten kovmaya bile tevessül ettiğini öğrenmiş bulunmaktayım. Hatta bana ettiği sebb’e bile tepki göstermediğini de bilmekteyim. Muhterem hocam siz Zekavetin haksız olduğunu bildiğiniz halde nasıl ona alet olursunuz bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Zekavet sizi akşamları arabasıyla evinize bırakıyor ondan mı buna tevessül ettiniz. Yoksa siz hala aşiret döneminin kaçınılmaz bir kuralı olan mesai arkadaşınızı haksız da olsa destekleme kuralını mı işletiyorsunuz. Siz başta yirmi beş senelik bir organizasyonla kendinizi ve hepimizi ifsat ettiniz vaktimiz az kaldı öbür tarafta görüşeceğiz. Saygılarımla.

TOPRAK HATTINDAN NAĞMELER: Şüphesiz ki Toprak Hattı Konferansının ev sahibi Sezen-i Ruhan-i hazretleri idi. Onun yüksek himayeleri altında bütün oturumlar tarafından yönetilmedi. Bazı vesilelerle başkaları oturumu deruhte ettiklerinde ise atın yerine eşeğin bağlanması misalinde görüldüğü gibi oturumlar ifsatla sonuçlanırdı.

Bu konfresanslar dizisine Türkiye’nin ortalamasının ok üstünde yetişmiş ilmiyeden, seyfiden ve cümle ihtisattan mümeyyiz fertler dahil olurdu. Bunların hepsini tek tek incelememiz mümkün olmadığından bazılarını mercek altına almakla iktifa edeceğiz.

1-YÖRÜK MÜDERRİS İSMAİL EFENDİ: Bütün dünyanın tanıdığı büyük bir kura, musikişinas idi İsmail Efendi. Evde boş zamanlarını nayı şerifle değerlendirir. Ancak komşular rahatsız olmasın diye zurnasını toprak hattında çalardı. Bir gün zurnası çatlamış bütün ustalara baktırmış ama nafile. Konuyu bize intikal ettirince bir taraftan zurna tedavisine bir taraftan da zurnayı çalacak zatın tedavisi için yola koyulduk. Ve neticede asrın tabib-i nebatı olan ekümenik seyyah sıfır rizikolu Müderris Musa Efendi’nin dünyadaki bütün otları toplayıp özel bir itina ile karıştırıp ürettiği iksir-i temin ederek hocamıza içirdik. Bir süre işine yarasa da doğru dürüst bir çaresini bulamamış olmanın üzüntüsüyle dertleşirken birden odaya Sezen-i Ruha-i hazretleri girdi. Evladım ne yapıyorsunuz diye sordu. Bizde İsmail Efendiyi tedavi etmeye çalıştığımızı ancak muvaffak olamadığımızı söyleyince bize evladım niçin boş işlerle uğraşırsınız diye seslenerek iksir hastayı iyileştirir, ölüye bir fayda getirmez deyince kahrolmuştuk. Hazirun, hocam üzülmeyin, bu dünyanın bir de öbür tarafı var. Zurna nakli dâhil her şey için emrinizdeyiz diyerek teselli ettik.

2- BAYRAKTUTAN EFENDİ: O hakikaten hafıza-i muazzamdı. Granit gibi bir hıfzı vardı. Ama enaniyeti onu bayağı tehlikeye sokuyordu. Zaman zaman uçurumun kenarına kadar geliyor ancak Hz. Kuran onu koruyordu. Çok büyük işler başardı. Kitaplar yazdı, konuşmalar yaptı. Bir defasında onun hocası olan Erzade Mehmet Efendi burnunu sürttü. Hocasına teslim olmaktan başka çaresi yoktu. O her şeyi bildiğini, her şeyi yazdığını kimsenin onun gibi olamayacağını her fırsatta seslendiriyordu. Bir defasında Eimmei Hüteba Mektebinden genç bir çocuk Sadrazam olmuştu. Onun kayıtsız şartsız desteklenmesini hararetle savunuyordu; biz de hayret ediyorduk. Birkaç sene geçince hocanın bu Sadrazamı yerden yere vurduğunu görünce yine hayret etmiştik. Meğer hoca ona beni Şeyhülislam ata demiş, Sadrazam da isteğini yerine getirmeyince gönül bağı kopmuş. Bayraktutan Efendi konferansa her gelişinde kurt gibi ulurdu. Böylece biz de onun geldiğini anlardık. Hocam ulumaya devam. Birgün Ergenekon’da buluşmak üzere! Hatırlar mısınız Türkiye’nin yetiştirdiği Amiran hocamızın aziz naşının başında bir konuşma yapmıştınız. Orada rahmetli hocam benim yanımda çalıştı demiştiniz. Bildiğim kadarıyla hoca sizinde hocanız idi. Teberrüken sizin derginizin başyazarı idi. Hocanın akrabaları da buna kızdılar ben de üzüldüm ve üzüntülerimi ifade ettim. Bildiğim kadarıyla ve hocamızın ifadesiyle koca ömründe neşrettiği hiçbir eserinden telif almamıştır. Çünkü o bütün telif haklarımın karşılığını ahirete bırakıyorum demişti. Biraz tevazu sizi bayağı yükseltecek amma sizde öyle bir emare görmek mümkün değil. Saygılarımla.

3-GÖNÜLLERİN SULTANI AZİZ ALİ MURAT EFENDİ HAZRETLERİ: Odasını bize bırakır ümmetin derdine çare bulmak için uğraşır. Ara sıra odaya girerek yiyecek ne varsa açlığını giderecek kadar yer, taam farkı gözetmez kimseyle teşarsur yarışına girmez tekrar birilerinin yarasına merhem olmak için ne gerekiyorsa dilenmek dâhil her şeyi yapar ağlayanla ağlar, üzülenle üzülür gülenle gülmeye vakit harcamaz. Çünkü o nasıl olsa gülüyor diye. Ali Murat Efendi hakkında kitap hazırladığımızdan ötürü bu kısmı muhtasar geçmek durumundayım. 1980’den beri tanırım bu büyük insanı. İlk dersinde aradığım hocayı buldum diyerek başladı dostluğumuz. Onun derslerini sabote edenlerden korumak için enayiler mangasını kurdum. Hocam ısrarla bu mangaya bir er olarak girmek istediyse de ben onu hep komutan olarak görmek durumunda olduğumu ifade ettiğim halde ısrarlarına dayanamadım kabul ettim. Hocamla her görüşmemde yaz olsun, kış olsun, çamur olsun, yağmur olsun ikimiz de şapkalarımızı yere vurarak tekrar kafamıza geçirerek birbirimize sarılırdık. Etraftakiler bizi hep meczup olarak değerlendirirdi. Bir defasında Müzekki’nin oğlunun düğününde Kadıköy evlendirme dairesinde şapkaları yere vurunca herkes bizi sormuş, Müzekki de vallahi billahi tanımıyorum demişti. Bilmiyordu ki seni tanımayanı da cümle âlem, Çalap ve Resulullah tanımaz. Yine bir defasında Hayrullah Efendi karlı çamurlu bir havada Adıyamanlı Kadir Karababa adındaki ağayı Beyazıt’ta gezdirirken aniden karşısına Ali Murat Efendi çıkmıştı. Hemen şapkalar yere çakılıyordu çamurlu şapkalar kafalara geçiriliyor. Birbirimize sarılıyoruz ve yollarımıza revan olmuştuk. Ağa bu münasebetsiz davranışa kızmış Hayrullah'tan ayrılmıştı. İki ay sonra televizyon seyreden Ağa Hayrullah Efendiyi arayarak televizyonu aç, ne var diye sorulduğunda bak bak o iki ay önce şapkasını yere vurup çamurlu bir şekilde kafasına geçiren adam konuşuyor, o deli falan da değilmiş hem de profesörmüş Allah Allah!...

Ali Murat Efendinin bir arabası vardır. Okulun dış kapısında bekler öğrenci hoca farkı gözetmeksizin sizin güzergâhınız ne olursa olsun bir Avrupa yakası, bir Anadolu yakası yapardı. Onun için zaman, zemin, para, zengin, fakir kavramları hiç bir şey ifade etmiyordu. Bir defasında esmer vatandaşlarımızı da taşımış ve çarpılmıştı.

Hayrullah Şanzumi, daha lisans öğrenciliğinde o zaman otomobil sahibi olmak bir ayrıcalık iken Mehmet Sirkeci ve Hüseyin Cilbiroğlu adındaki talebeler Hoca’dan otomobilini istemişlerdi. Ali Murat hocamızda hemen vermiş fakat arkadaşlar gezerken arabanın motorunu yakıp hocamıza, aracı hurda bir şekilde getirip tamirat masraflarına da katkıda bulunmak istemişlerdi. Muhterem hocamız yüzünü bile ekşitmeden sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmış ve kesinlikle para teklifini kabul etmemişti. Hocamız arabasını tamirattan geçirdikten sonra bizi ve beş lisans talebesini Samandıra’ya köy lokantasına götürüp piliç ikramında bulunmuştu. Bilahare saadethanelerinde muhterem refikaları yıldız gibi Yıldız hanımefendiyle beraber taam ikramında bulunup bizi defaten ağırlamışlardı.

Bir defasında muhterem hocam Sakarya Üniversitesinde konferans vereceklerdi. Avrupa yakasında oturuyorlardı. Kendilerini Üsküdar’da bekliyordum. Otobüs servisine ucu ucuna yetiştiler. Meğer Üsküdar’a motorla geçmek zorunda kalmış, motorcu da doldurmadan kalkmam deyince bana verdiği sözünde durabilmek için Yüz kişinin parasını ödeyerek deniz motorunu hareket ettirerek saatinde otobüse kavuşmuştu. Yine muhterem hocamız odun kırarken gözüne bir kıymık parçası isabet etmiş bu vesile ile Paris’e ameliyat için otobüsle giderken Tekirdağ civarında mola vermiş, bir lokantada köfte ve yoğurt yemişti. Ancak yoğurdun parasını vermeyi unutmuş Paris’ten bir arkadaşımızı arayarak falan lokantaya git bir yoğurt parası ver gelebilirsem sana öderim fakat emri hak gelir ölürsem bana hakkını helal et. Sen nasıl olsa öğrencimsin seninle kolay helalleşirim demişti.

Onun için hizmet esastı. Hep tavrını vatanı milleti ve mazlumlardan yana koymuştu. Onu bin defa kandırsanız o yine bin birinci defa size hizmet sunmaya devam etmekten usanmaz ve bıkmazdı ki bu zaafından yararlanan birçok neseb-i gayri sahih de bu nimetlerden kapmış ve bir daha kendisine gözükmemişlerdir. Onlar kendilerini gayet iyi bilirler. Ali Murat Efendi diğer hocalarımızdan farklı olarak bir İstanbul beyefendisi idi ve istiklal madalyası olan bir Miralay’ın evladıdır. Onun bütün hayatı efsanedir. Özetle o sıra dışı bir İnsan-Kamil’dir. Hocam ben huzur-u Mübarekende kül olurum. Saygılarımla.

Toprak Hattı konferansının mensupları en azından lisans eğitimine sahip insanlardan müteşekkil homojen bir karakter arzediyordu. Genel olarak ideolojik yelpazesi milli ve millici çerçeveye oturtulsa da her eğilime mensup insanata kucağını açmış ve her türlü felsefenin dövüldüğü bir fikir değirmeni gibiydi. Esasen çoğunluğu dünyaca maruf müderrislerden müteşekkil olan yapı her kesimin iştahını kabartıyor, bu fikir meclisinden istifade etmek için her türlü insanın akınına uğradığı bilinmektedir. Şüphesiz ki Toprak Hattı konferansına katılan zevat-ı kiramın hepsi eğitimli ve sevdalı olmalarına rağmen sosyolojik olarak yetişme ortamları, aileleri hicret etmezden önceki coğrafyalarının bütün özelliklerini henüz silemedikleri için mahalli bütün alışkanlıklarını ve telaffuzlarını da muhafaza etmeyi bir aidiyet bilinci olarak yaşatıyorlardı. Bir gün Medineli, yani şehirli, hem de İstanbul beyefendisi olan Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre ve Prof. Dr. Mahmut Çamdibi el-Kuzguncukiler bu toplantıya katılmış ve bin bir pişman olmuşlardı Bu esnada Gökhan el Bendegah-ı Mevleviye hazretleri Hayrullah Efendiye malum İsrafil düdüğünü çalmasını rica etti. O da Ahmet Yüksel Efendiden utanıyorum ayıp olur ondan izin alırsan başım üstüne. İzin faslı kabul görüp can hıraş düdük icraa edilince herkes korkusundan susmuş Ahmet Yüksel Efendi de çok memnum olduğunu ömründe böyle güzel bir düdük dinlemediğini ve teşekkür ettiğini ifade ettiler. Çünkü burada Kurt gibi uluma, Aslan gibi kükreme ve Eşek gibi anırma faaliyetleri ana rükünleri oluşturuyordu. Aradaki Çakal, Tilki sesleri ve hasseten her yerde eksik olmadığı gibi burada da bol miktarda “Dalzeker” bulunmaktaydı. Mutlaka herkesin bir özeliği vardı. Burada hepsini nakletmemiz mümkün değil. İlim erbabı siyasiler, ticaret erbabı, aradan geçinenler, nabız tutanlar istihbari bilgi edinenler, eblehler de devam eder ancak, en ufak bir riziko ihtimali söz konusu olunca hiç ama hiç bir vefa göstermeden sanki oraya ömründe hiç uğramamış gibi bir tavır içerisine girerler. Bu cümlemin en açık ispatı Toprak Hattı toplantısında her hafta ortalama elli kişi tezakkum eylediği halde Sezen-i Ruhan-i’nin taamı kaldırdım fermanı şerifinden sonra toplantı tam sayısı beşle on arasında değişen rakamlara tekabül etmeye dönüştü. Hele hele bir de ciddi bir asayiş problemi olsaydı ortaya çıkabilecek tavırları düşünmek bile istemiyorum. Mevcudiyetlerini sürdürürken birçok insan profili geldi geçti buradan amma Mazlum Efendinin kahkaha retoriği de kayıt altına alınacak kadar mühimdir. Fakat neticeten bu kurum özellikle Dalzekerriyun ekolüne mensup insanların çoğunlukta olduğunu söylersem objektif bir tesbitte bulunmuş olurum. Günümüz insanı genellikle eğer bir yerde bir çeşit ilim, irfan, siyaset, menfaate veya taam kazanının kaynatıldığına bir vesileyle muttali olduğundan bütün menafiden hortumlanmak üzere hemen oraya vasıl olur.

Yine günlerden bir mübarek Cuma günüydü. Toprak Hattı konferansının faaliyetinde büyük bir devlet adamı misafir edilmişti. Bu zatı kiram muhterem bir Hariciyeci idi. Seçimi de bahane ederek çok faydalı şeyler anlattı. Sezen-i Ruha-i de bir ömrünü feda ettiği siyasi yelpazeye idhal buyuran bu zata son kitaplarını anlatıyor ve takdim buyuruyorlardı. Bu muhterem de hazirunun yıllarca anlattığının mavra olduğunu bir çırpıda kesip attığı halde herkes olan biteni gayet tabii görüyorken her ortamda her şeye kızıp şekerim yükseliyor diye protesto eden Rasim el-Turani sessizce geçiştiriyordu. Bu ortam beni bayağı müteessir etmişti. Demek ki insanlar istedikleri zaman sinirlenmeyebiliyor ve hatta şekerlerini bile kontrol edebiliyorlarmış. Bu tespit bana yıllarca önce Fakültemizdeki çaycımızı hatırlatmıştı. Rahmetlinin yanında elinizi başınıza korsanız tikim var deyip hemen küfrederdi, biz de inanırdık. Sonra Fakülte Dekanı Biricik beyin makamında aynı hareketi yaparak onu test etmiştim. Küfretmeye cesaret edememişti. Demek ki tiki falan yoktu. Onu bize karşı kullanıyordu.

Toprak Hattı konferansının en idealist üyesi miralay N. Ergenekon beydi. O zamanında Örf-i İdare kumandanlığı ve mühim işlere imza atmış bir Türk büyüğü idi. Emekliliğini ilim ehliyle geçirip sürekli okuyan, çalışan ve hizmet etmek aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Tek şikâyeti bu gibi ilim irfan ehliyle sürekli konuşulanların bir türlü faaliyete geçirilemeyişiydi. Hayrullah Efendiye de sık sık bu konudaki şikâyetlerini dile getiriyordu. Hayrullah Efendi de paşam üzülmeyiniz çünkü bu gibi ortamlarda haytpark misali her şey konuşulur ancak kesinlikle icra-ı faaliyete geçilmez. Çünkü bu gibi faaliyetlerin “ Fikir fahişeliği gibi bir boşluğu doldurma” vezaifi de vardır. Sezen-i Ruha-i Efendi hazretleri zamanımızın çok kritik olduğunu milletimizin ve memleketimizin sıhhat ve selameti için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini yoksa küffarın azgınlaştığını bu defa pabucun çok pahalı olduğunu milletimizin eskilerine benzemeyen bir çeşit kurtuluş savaşıyla iç içe olduğunu her fırsatta seslendirerek eski günah ve sevap defterlerinin hiç olmazsa bu tehlikeyi atlatana kadar rafa kaldırmamız gerektiğini ifade ederken hazirunun da bir hal çaresi arayarak eskiden kanlı bıçaklı olduğumuz bütün vatan evlatlarına işbirliği teklifiyle işe başlamıştı. Bu mekan teolojiyat tedrisatı yaptığı halde her şeyi bir kenara bırakarak müşarünileyh milli mevzularda bağrı yanık bilgin Müderris Mehmet Efendi hemen harekete geçerek nutuk irad edip tahrik etti. T.C. Amele Fırkası Daimi Umumi Reis-i Şarki Perinçek ve kıymetli refikaları ve paşalarıyla teşrif buyurup kıran kırana protokol yaptılar. Zamanın cerideleri bunu flaş haber olarak verdi. Ahitleştik Şarki Efendi bizimle Cumaya, bizde Amele Fırkasına gittik.

İPSİZ RECEPZADE MÜDERRİS EMİN EFENDİ: Tarihte dedesinin yaptığı gibi bir bakıma bu işleri heyecanla tertib edip zamanın mühimmatından Bilbilikzade Erol Efendiye bugüne kadar hiç uğramadığı ve uğramayı aklından bile geçiremediği mekânlarda seminerler verdiriyordu. Kendileri de bir taraftan ceridelerde kalem kırarken öbür taraftan da radyo televizyon v.b. gibi imkânları seferber ederek halkına ve dünyanın mazlum milletlerine taktik veriyordu. Fırsat buldukça da devletimizin en derin yerlerinde milletimizin en derin yaralarına çare arıyor, o da Hayrullah Şanzumi gibi halkıyla iç içe olmak hasebiyle bir taraftan kahvehaneler, düğünler, cenazeler, cerideler hakkında tebebbuatta bulunup onları yoğurup birer iksir haline getirerek devlet erkânıyla paylaşıp sadra şifa sadedinden politikalara dönüştürüp bu geçiş dönemimizi salimen sağlamak için adeta bir deli gibi gayret ederek izdivacını bile feda etmiştir. “Hocam niçin evlenmiyorsun?” diyenlere şu cevabı veriyordu: “Şu anda milletimiz henüz adı konulmamış bir savaşın eşiğindedir. Savaşta evlenilmez önce bir selamete çıkalım sonra inşaallah o da olur” derdi. Biz de “Müsakeşe ve Dilbâzı rahm-i hançereye pelesenk olmaktan başka yoktur çaresi bu dünyanın” diyerek rahatlatırdık.

İpsiz Recepzade'nin birçok hasleti vardı ancak onun vatan ve millet için ne kadar deruni bir aşka sahip olduğunu ifade etmek mümkün değildir. Onun özelikle eğitim çağındaki kız öğrencilere burs bulma çabası dillere destandır. Fazla uzatmaya gerek yok. Emin Efendi Yüce Türk Milletine hizmette yarışan bu konuda her şeyini ortaya koyan heykeli dikilecek bir delidir. Zaten Hayrullah Şanzumiyle muhabbetleri de müşterek paydaları olan delilik sıfatıyla sabittir. Tarihimizde görüldüğü gibi ne zamanki milletimizin başı belaya girdiğinde ilk yapılan şey meşhur deliler bölüğünün ve hapishanelerde, tımarhanelerde v.s. kurumlarda muhafaza altına alınan evlatlarımız serbest bırakılarak cepheye düşmanın üzerine sürülür bu zevat-ı kiram da vatanı ve milleti için canhiraş çarpışarak yaptıkları yanlışlardan ötürü hem milletlerinin gönüllerini almış hem de şehit olarak en büyük mertebeye erişirlermiş. Şimdi içinde bulunduğunuz dönem bana mazideki uygulamalarımızı hatırlatıyor. Demek ki neticeten Toprak Hattı konferansının yüce şefi Sezen-i Ruha-i, tarihini ve medeniyetini iyi özümsemiş ve ne zaman ne yapacağını çok iyi bildiğinden etraftaki insanların dedikodusuna hiç ama hiç kulak asmadan zamana ve zemine göre hüküm verebilen ve bu hükümlerini muallâkta bırakmayıp icra edebilen bir Türk büyüğüdür. ”Tanrı Türkü korusun, bazı söylentilere göre alt gruplar nasıl olsa kendilerini koruyorlar, öbürlerini de duruma göre ister korusun ister korumasın”, letaifiyle de rahatladıktan sonra anlıyoruz ki muhterem Sezen-i Ruha-i içinde bulunduğumuz şeraite uygun bir seferberlik ilan etmiş.

Herkesin malumu olduğu gibi seferberlikte hiçbir şart koşulmadan eli silah tutan herkes göreve davet edilir. Meğer Toprak Hattı toplantıları da birer kültür ve medeniyet seferberliğiymiş ancak şimdi muhakemesini yapabiliyoruz. M. Kemal Atatürk Sivas kongresini yaparken Sözen ailesi kongrenin gazete hizmetlerini deruhte ettiği halde bunu kimse bilmez. Hayrullah Şanzumi Sivas kongresinin yapıldığı binayı bir vesileyle ziyaret ettiğinde bu günlük tek sayfalık eski Türkçe cerideleri tespit etmiş ve Abdülkadir Sözen’in torunu Sayın Prof. Dr. Vezir Sözen hanıma söylemişti. İşte milli ve manevi vezaif yüklenen Toprak Hattı konferansının ceridecilik yükünü zevkle taşıyan isimsiz kahraman gazeteci, Dehşet-ül Vahşet İlker Alpkaya Ettarsusi’nin büyük bir aşkla ve azimle Hayrullah Efendi’nin çirkin yazılarının kahrını çekerek bilgisayar ortamına aktarmasından ötürü kendilerine teşekkürü borç biliyor ve bu vesile ile bütün hizmeti geçenlere saygılarımı sunuyorum.

BÜYÜK ERGENEKON MİRALAYIM: Güzel Anadolu’muzun sulh ve sükûnunu sağlamak için karış karış gezerek bir ömür feda etmiştir. Tek bir endişesi vardı. O da Yüce Türk milletinin haysiyetini korumak ve bu uğurda gerekirse şehadet şerbeti içmek, hatta kendi ifadesine göre daha Erzurum orta mektebinde talebeyken arkadaşları doktor, eczacı, hâkim vs. olmayı planlarken o kararını şehit olmak şeklinde vermiştir. Üst rütbelere gelince bir süre Asitane kumandanlığı ve bilahare bölge örf-i idare kumandanlığı birer destan gibidir.

Ergenekon Bey gözünü budaktan esirgemez yapılması gereken ne varsa yapar faturasını da fazlasıyla öder. Kendilerini örf-i idare kumandanıyken tanıdım. Bölgesinde insanlar saat dörtten itibaren evlerine kaçarken, duruma vaziyet ettiğinden hemen sonra her tarafta sulh-u salah sağlanmış muhtasaran devletin bütün asayiş ve belediye hizmetleri düzene sokularak adeta Ergenekon devletinin bir modeli yaratılmıştı. Jandarma Okullarında onun başarı ve taktikleri ders olarak okutulmaktadır.

Kültürel olarak ta o milletinin dominant değerleri muvacehesinde hep onlarla birlikte hareket ederek büyük alaka, sevgi ve muhabbet kazanmıştır. Vakit gelip tekaüt olunca ilim irfan şehri olan Dersaadete yerleşerek bundan sonraki hayatını değerlendirmek için tek hedefi olan ilim ve irfan erkânı ile beraber olmaktı. Ama ne yazık ki o da benim gibi Müzekki Efendinin ağına takılmıştı. Kendileriyle uzun yılar Toprak Hattı konferanslarını takip ettik. Ancak onun idealindeki ilim adamlarıyla bu zevat-ı kiram tamamen farklıydı.

Kendilerine paşam üzülmeyin memleketimin en iyi ilim adamları bunlar bunlardan daha iyisi yok ne yapalım bizler ömür boyu istediğimizi değil bulduğumuzu yedik, istediğimizle değil bulduğumuzla evlendik, idealimizdeki âlimlerden değil karşılaştığımız bilginlerden ilim aldık. Meşhur atasözümüzde kör tuttuğunu severmiş misalinde olduğu gibi bu kumaştan elbise yapıp giymek mecburiyetindeyiz husyelerimiz dışarıda kalsa da ne yapalım? Hiç olmazsa diğer uzuvlarımızı giydirmiş oluruz. Ayrıca paşamızın mehtere ve hassaten onun ana rüknü davul ve zurnaya olan muhabbeti maruftur.

MÜDERRİS-İ AZAM ZEKİ ARSLANTÜRK: Kendileri Türkdoğan ekolüne mensup olup bu Tarikin bütün hususi özelliklerini fazlasıyla yaşatmakta mahir idi. O hakikaten çok zeki olduğundan naşi mahkeme kararıyla adını “Zeki”, büyük bir Türk milliyetçisi olduğundan dolayı da kendisine “Arslantürk” soyadı tahsis edilmişti. Yalnız en ilginç olanı Türkçülüğü de Müslümanlığı da evirip çevirip bir şekilde kendisine yönlendirirdi. Hemşehricilikte de üstüne yoktu. Of’lu birisi diyelim ki dünyanın en yanlış bir işini yapsa onu size dünyanın en büyük Türk milliyetçisi ve en büyük müslümanı diye sunar, adeta Müderris Musa Efendinin ilgisiz insanlar için bile granit gibi sağlam demesi gibi.

Vaktiyle kendisine mukateleyi reva gören Zekalsiz Efendiye unvan ikramında bulunmuş saniyen zevali yüksek olan zevata da lütuf servisinde kusur etmeyen kıymetli hocamızın hizmetlerini saymakla bitiremeyiz. O aynı zamanda hep haysiyet divanlarında vezaifte bulunmuştu. Hocamız önceleri Toprak Hattı konferansının ev sahipliğini yaparken yanlış hesap yüzünden bu statüsünü kaybetmiş ancak kendisini Sezen-i Ruha-i’ye affettirmek, hem de mağduriyetini gidermek için kerhen de olsa Toprak Hattı konferansının kart bir asistanı olmuştu. Çalap ona da bize de gönlümüze göre versin Amin. Saygılarımla.

BENDEGAH-I MEVLEVİYE GÖKHAN EFENDİ: Valizade bir zevat-ı kiram babasının mutasarrıflık vezaifi münasebetiyle bütün Osmanlı coğrafyasını adım adım gezmiş, gözlem yapmış akıl sahibi güzel bir insan. Biraz harbiye biraz tarih tahsilinden sonra Bahriye mekteplerinde Müderrislik ve Ser Müderrisliğe kadar terfi ve tayin olmuş. Kendisine Gostivar Paşalığı verilmiş. Zamanın padişahı, Feyzullah paşayla onu Balkanlarda vezaiflendirmiştir. Uluslar arası münasebetlerde bulunmuş, Askeri Mahkeme Müdde-i Umumiliğini deruhte etmiş. Başyaverlik, ikinci gemi riyaseti, kitap ve makale telifatında bulunmuş bilahare Meclis-i Mebusan kervanına iltihak etmiş. Bu dünyada her türlü mevki ve makam onu mutlu edemediğinden yakınarak neticeten ben Abdullah olacağım diyerek rütbelerin en büyüğünü idrak etme realitesini yakalayabilen büyüklerimizdendir. Saygılarımla.

MÜDERRİS ALİ AKYÜZ: O gerçekten bizim cenah için bir yüz akı, müderris olduğundan dünyasını mamur etmiş, Resulullahı yazdığı için de şefaati garantilemişti. O hayatı bir sanat gibi icra eder. Medresedeki mekânın dizaynı ve asılı hilye-i şerif-i onur vericidir. Güler yüzlü izzet ve ikram sahibidir. Onun Toprak Hattıyla hiçbir alakası olmadığı halde bazen tazarzur tavanı delince kendilerine uğrayıp hurma ve zemzemden nasiplenerek rahatlardım. Hizmetleriniz daim olsun kitabınız yüzlerce baskı yapsın. Saygılarımla.

ECZACI CUMHURİZADE MEMDUH EL BOSNEVİ EFENDİ. Toprak Hattı konferansına gönül verenlerdendi. Memduh Efendi gönül dergâhında yoğrulmuş meşhur Sahaf Muzaffer Efendi ile muhatap olmuş özellikle Türk kültürüne bir ömür vermiş, üretmiş ama isimsiz kalmayı yeğlemiş, mütefekkir olduğu gibi tasavvufta da yüksek rütbelere erişmiş, ahir zamanın sekülerleşmiş Tekke erbabının gazabına uğramış muhterem bir büyüğümüz. Onun en büyük hazlarından biri nerede olursa olsun bir sohbet kazanı kaynıyorsa oraya katılabildiği kadar katılmak eğer dâhil olamıyorsa da hüsnü-zan beslemektir. Bu vesile ile Toprak Hattı konferansını yakın takibe alan Memduh Efendi ya oturumlara katılır ya da katılamıyorsa son yazdığı şiirini bir zuhurat sadedinden Hayrullah Efendiye vererek konferansta okutulmasını sağlardı. Hele hele onun son zamanların en gözde şiirini olan Beyaznamesi hakikaten bir şah eser olarak Türk edebiyat tarihine mal olmuştur. Kendilerine kültürel faaliyetlerinde başarılar temenni ediyor saygılarımızı sunuyoruz.

EKŞİZADE RASİM EL TURANİ: Ekşizade Rasim el-Turani hazretleri adında bir zevat-ı kiram var idi. Tam son On beş sene mercek altına alıp yakalayabildiğim kadarıyla marifetlerini kayıt altına almaya gayret eyledim. Onun hayat tarzı Rize, Engürü ve son durağı olan İstanbul çizgisi üzerine inşa edilmiştir. Bu üç vilayeti uzma siyasette azmanlaşmış insanları deruhte eden birisi sadrazam yetiştirmede mümbit olan Rize şehrimizdir ki Osmanlıda bu vazifeyi Balkanlardaki Trovning şehri üstlenmişti. Engürü, Cumhuriyetimize, Asitane de medeniyetimize ev sahipliği yapmış birer değerimizdi. Pek tabiidir ki hayatını bu üç şehirde değerlendiren bir zatın problemlerinin de çok büyük olması gerekir. Onun içindir ki Rasim Efendinin hülyaları çok büyüktü. Her şeyi yapmak ve her şeye karışmak onun hayat üslubu olmuştu. Kendi ülkü kişisi olarak da dünyamızın hayal şampiyonu olan Enver Paşa temsil ediyordu. Çünkü ikisi de Turancıydı. İkisinin de Turan elleri üzerinde emelleri vardı.

Rasim Efendinin etkilendiği kişiler arasında Muhittin Nalbantoğlu vardı. Onun gibi ne metbuat yakalasa hemen sahiplenip Ekşioğlu pasajının deposuna hapsederdi hapsetmesine amma Nalbantoğlu gibi onları pula tahvil edemediği gibi onların bir taraftan çürüdüğünden haberi bile olmazdı. Rasim Efendi hasseten Hz. Türkeş’den etkilenmiş olup onun manyetik alanından çıkamayanlardandır. Cerideci olduğu dönemlerde canibinden hiç ayrılmayarak taam esnasında da aynı me’kulattan hayat bulmuş ancak ürktüğünden ötürü aynı meşrubattan nasibini alamamıştı. Kurtuluşu tütünde bulmuştur. O hazreti Devlet Penahın talebesi, hayata Rize’de yeşil gözleriyle yeşil çay bahçelerini seyrederek başladığından herkesi yeşil görme alışkanlığına sahipti. Malumunuzdur ki yeşilde hayat ve istikbal vardır. Cerideciliği esnasında büyük kalemlerle teşarsür yarışı dönemi (A. Kabaklı, Abdülkadir Karahan, İsmet Giritli, Ayhan Songar vb.) bilahare Engürü’de devlet hizmeti vezaret müşaveratı, Hizip gnl. Merkezinde vezaif ve neticede sonsuz hülyası olan turan ellerine vezaif babından Turan Vakfı riyaset Deruhtesi yüzlerce kitap, dergi, makale, kurslar, konferanslar ve neticeden vakfın ve hasseten Üçüncü Harname’nin ihyası operasyonu. Bu hizmetlerinizin hepsi için Yüce Türk Milleti size medyunu şükrandır. Ancak hayat üslubunuzu disipline edebilseydiniz bu kumaştan çok büyük kaftanlar dikilirdi unutmayın.

Evet Rasim el-Turani hazretleri istisnasız sabahleyin saat On bir sularında evden Üsküdar Sarhoş İmamlar Tekkesine vasıl olup postnişin Tabanzade Osman Efendi’ye günün tekmilini vererek hayata başlar. Cemaati mezbure ile siyasi içtimai meseleler üzerinde fikir teatisinden sonra çaktırmadan bir vesileyle Yalı Akademisinde bekleyen Üçgüli Mustafa Efendinin dışarıdaki tavlasında konuşlanır. Şak şuk, şak şuk bu ikili bu alanda da öyle mahirleştiler ki dünyada tavlada yenemeyecekleri insan tanımam. Bu hizmet ikmal edildikten sonra içerideki kâğıt oyunları ve hizmetleri bunları beklemektedir. Tam saat yirmi dört’e kadar devam eden bu çalışmalar esnasında müşarünileyh zevatı kiram öyle teksifleşirler ki adeta nirvanaya çıkmış bütün dünya hayatı onlar için hiçbir şey ifade etmez, kimseyi ne görür ve nede işitirler. Verilen selamlara da adet yerini bulacak kadar kafalarını sallarlar, telefonlar kapatılmıştır. Türkiye yıkılsa umurlarında değildir. Tiz bir ses, Yalı Akademisi İçtima-i Münasebetler Müdürü Baki Efendi’den “Haydi herkes evlerine kapatıyoruz!” nidasıyla kerhen evlerine avdet ederler. Bundan sonrasını görmek namümkün. Rasim Efendi sabaha kadarda kitap okuduğunu beyan etmektedir. Bizim için de beyan esastır. Fıkha göre bir insan ben müslümanım derse ona inanmak mecburiyeti hâsıl olur. Hayrullah Şanzumi deli olduğundan naşi sara olmuştur. Rasim el-Turani de şeker gibi adam olduğundan şeker hastası olmuştu. Şüphesiz ki bu zeki insanların hastalığıydı S. Demirel’de olduğu gibi.

Ah neticeten Rasim Efendi fazla dumani, olmayıp ilgi alanını da daraltıp tek konumda ihtisaslaşsaydı çok güzel şeylere imza atabilirdi. Vakit henüz geçmiş değildir. Bizden söylemesi günahı da sevabı da senin olsun eğer söylediklerimde yalan varsa beni ikaz etmezsen benim günahın sana hediyem olsun. Her Cuma Toprak Hattı konferansı ve de hassaten Dandanakan savaşındaki hizmetleri meyanında kalleş Hüsso’nun oyununa gelmeyip ağzının payını verdiğinden ötürü kendisine medyunu şükran olduğumu arz ederim.

Rasim Efendinin tarihe mal olmuş hizmetlerinden biri olan Rahmetli “Efendime Söyleyeyim” Aslan Osman Efendiyle beraber çok kuru fasulye telefiyatında bulunduklarını da kayıt altına almasaydım büyük bir nakısa olurdu. Bunun önem ve ehemmiyetini ancak bu yemeklere katılanlar bilirler. Yine muhterem Rasim el-Turani Efendinin bir handikapı’da vakti zamanında kendileriyle icra ettiğim mesleğim icabı mükalematıma binaen buğzuna düçar kaldığım mahlukatla kuzu sarması olmasıydı ki bu ahval beni uyuz etmişti. Hürmetlerimle.

TOPRAK HATTI KONFERANSLARINA KATILAN ZEVAT-I KİRAMDAN BAZILARI

1-Nakib-Ül Eşraf Büyük Fakı Babazade Sezen El-Ruha-i Efendi hazretleri, 2-Esed-üd Türki vel Ofi, 3-İbn-Ül Miralay Ali Murat El İstanbuli , 4-Miralay Necabettin Ergenekon bey, 5-La Mütekaid Miralay Muallim-Ül Riyazet-Ül Bahriye Haditözü İbrahim El Karahisari vel Afyoni, 6- Büyük Veli Paşa Hazretleri, 7- Azm-ül hicabi Ağnül Mükesser vel Mutazarzır Boş Tenekezade Kulakkesen Akıldan Gayr-i Musallah Hamakat Abidesi Hüsso, 8- Tazir-Ül Bayraktartari Erzade, Müderris Mehmet Efendi, 9-İpsiz Recepzade Müderris-i Azam Emin Gürses Efendi, 10-Müderris Musa Efendi Hazretleri, 11- Kuva-ı milliye Eşrafından Davavekili Mehmet Taşdelen Efendi hz. 12- Maşuk Fatih Gülşehri Hazretleri, 13-Muallim-Ül Gayb Hadid-i Züfera Hazretleri, 14-Ekşizade Rasim El-Turani Müşeverat-Ül Vezerat-Ül Posta Vel Telgraf , 15-Kor Diplomat Osman Et-Trabzoni ve İhvanı , 16- Abdulkadir Özsezgin Efendi hazretleri, 17- Azm-Ül Vüzera Sadrazam ve Sadrazam Daripleri Bineanelyh Şüheda Dava Vekili ve Hz. Türkeş Penahın Hukuk Müşaviri, Münevveran-ı etrak Camiyeti Reis-Ül Küttabı Av. Zeki Hacıibrahimzade Efendi hazretleri, 18-Yeniden Milli Mücadele Gazisi Necmettin El-Avşari Vettorosi Efendi Hazretleri, 19- Kutb-Ul Arifin Ebul Ecza Deva-Ül Emraz Eşşeyh Memduh El-Bosnevi Efendi Hazretleri, 20-Müderris Yörük İsmail Efendi, 21-Müderris Yörük Cihangir Efendi, 22- Muid Mazlum Efendi, 23-Duvar ustası, Mustafa Efendi Hazretleri, 24-Ehli Beyt Ali Duhani bey, 25-Halil El Bekarı vel Amerikavi, 26-Şeyh-ül Üsküdari Tabanzade Osman El Ekabirin, 27- Havanda Su Döven Kezzap Efendi, 28- Eşşeyh Cemal Eddehşeti vel Hopevi hazretleri, 29-Müderris Husyeleri Ayazda Kalmış Ali Efendi, 30- Muhibbi Müderris Akyüz Vecdi Beyzade Efendi Hazretleri, 31-Velizade Selahattin El-Sürmenevi, Ulumu diniye Medreseleri Mezun ve Mensupları, Kısmi Umumi Reisi Daimisi, 32- Gökhan El Bedegahı mevleviye Hazretleri, 33- Dürül –Elvan Şeyh-ül Müsakeşe Nüktedanı Azamı Şerifi Selahattin Efendi Hazretleri 34- Bodrum Fatihi kolağası Uysalzade Nejat Efendi hazretleri, 35- Hafız-ı Azam Bayraktari Hazretleri, 36- Üstad-ı Azam Dürzi-i Muazzam Yaşar El-Baykuşi, 37- Müderris Ali Durusoyzade Efendi hazretleri, 38- Müderris-i Evveli Azam-ı El Oğuz-i Efendi , 39- Müderris-i Ala-i muazzama halis Efendi Hazretleri, 40- Kamil Enginlere sığmayan Yavuz Efendi, 41- Gazi Zülfikar-i Zülfüyar-ı Özkan Hazretleri, 42- Cerideci Mücessem Dehşet-ül Vahşet İlker Alpkaya, 43- Üsküdar’dan Arş’a Yükselmiş Sarayzade Medineli Müderris-i azam Ahmet Hüdadan Özemre İtaat Eşşeyh El Melami Efendi hazretleri, 44- Müteahhit Sadık La-Sukuti Efendi hazretleri, 45- Müverrih Mehmet Bilgin Essarhafi bey, 46- Eşek Anırtıp Çatlatan Turanizade Çakır Efendi, 47- Medineli Müderris Hocazade Mahmut El-Kuzguncuki (Kanarya) Efendi hazretleri (İbn-ül Aziz) , 48- Duyarzade Adem Efendi, 49- Yazganzade Pınar Hanımefendi, 50- Atillazade Sevim Hanımefendi, 51- Lokman Hekim nedim-El Semsuri ve İhvanı Şerifi, 52- Kelam-ı kibarcı, Müderris Bebek Adil Efendi, 53- Prof. Dr. Müverrih Deli Ziya Efendi, 54- T.C. Amele Fırkası Daimi Umumi Reisi Şarki Perinçek ve Kıymetli Refikaları, 55- E. Büyükelçi Subhi G.A. Efendi Hazretleri, 56- Bozkurtzade Yaşar Efendi, 57- Müderris Ramazan Abacı Efendi Hazretleri, 58- Devlet-i Ali Osman Mühendishane-i Bahriye-i Hümayun ser Müderrisi-i Azam-ı Miralay Muharrem El Firari Efendi Hazretleri Hüsn-ü Mansuri vel Azeri K.S. , 59- Şeref Misafiri Ord. Prof.Dr. Emin Işık Hazretleri, 60-Dilaver Cebeci Şair-i Azam, 61-Necdet Yavuz Fizik Alimi, 62-Akif Çarkçı Muharrir, 63- Necip El Tekirdağı vel Üsküdari Efendi Hazretleri, 64-Kıllızade İsmail El-Muharrir, 65- Kezzap Kasım Essucuki


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder