26 Temmuz 2010 Pazartesi

İNSANLIK TARİHİ ÜZERİNE


Teolojik metinler ilk insanın âdem olduğunu, aynı zamanda ilk insanın Çalap tarafından gönderilen elçi olduğunu savunurken; kendilerini teolojiden uzak, bilime yakın olarak tanımlayan kesimin de insanların çeşitli evrimlerden geçerek bu gününe kavuştuğu şeklinde ifade etmeleridir.

İnsanlık tarihini teolojik olarak detaylarıyla incelediğinizde her inanç çevresinin subjektif olarak kendine göre bir değerlendirme yaptığı gibi; bilimci geçinen çevrelerin de kendi uslub ve aidiyetlerine göre tanımlar, tarihçe ve değerlendirmeler yaptıkları malumunuzdur. Hepimiz ilkokuldan itibaren, insanların geçirdiği evreleri, yaşadığı çağları, çağ değiştiren olay ve kişileri hemen hemen herkes bir şekilde öğrenmiştir. Biz bu çalışmamızda bir tarih girizgâhı yapacak değiliz. Ancak malzememiz insan olduğundan naşi kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra işimizin mevcut insanları genel olarak değerlendirip oldukları yeri ve durumu tespit ettikten sonra aslında insanoğlunun olması gerektiği yeri ve erdemi hedef göstererek kenara çekilip tekrar alan tespitlerimize devam edeceğimizi belirtmek isterim. Çünkü asrın nüktedan-ı şerifi Dürrül-Elvan Şeyhü’l-Müsakeşe Selahattin Efendi’ye bundan tam on iki yıl önce köylü bir amca mesleğini sormuş o da “Sosyologum” demişti. Köylü bu kelimeyi ilk defa duymuştu. “Evladım sosyolog ne demektir?” sorusuna; “Amca doktor bilir misin?” Evet. “İşte doktor insanları tek tek muayene eder, ancak biz sosyologlar da insanları grup grup muayene eder, onların problemlerini, içinde bulundukları ve ulaşmak istedikleri hedeflerini tespit ederek mukayese eder, sonra bir rapor yazar, işte bu raporun ilaçları eczaneden alınmaz. Bunları devlet denilen organizasyonlar çeşitli tedbirlerle tebasına hizmet olarak veya rehberlik hizmeti olarak sunar”, deyince köylü amca da sosyolojinin ne demek olduğunu anlamış, orada bulunan vatandaşlar da anlamıştı. Hatta benim mesleğim olduğu halde ben de bu tanımdan istifade edip zaviyemi biraz daha açmış, bir bakıma ufkum açılmıştı. Biz de bu şuur ve düşünceyle mevcudu değerlendirerek bulunduğumuz derekeden millet olarak olmak istediğimiz yere çıkmak için tabir caizse yaşadıklarımızı ızdırabımızla mezcederek kalem sürttük. Maksadımız kimsenin canını acıtmak değildir. Yanlış varsa bunların düzeltilmesini amaçladık, kimseyi direkt eleştirmedik, kendimize olduğu gibi bütün muhataplarımıza mahlas libası giydirdik. Birileri “Hey hocam bu yazdıkların bana benziyor niye yazdın? Bundan inciniyorum” diyorsa ne yapalım, malum muhatap, senin adını verdik mi? Hayır. Öyleyse bu yanlışın yazılması seni rahatsız ediyorsa bu zulme maruz kalanları düşünüp bir daha tekerrür etmemen için insani tedbir almaktan başka bir şey yapmadık. Biz sadece ve sadece sana ayna tuttuk. Burnun uzun, kafan kel ve tipin bozuksa benim ne suçum var. Seni ben mi yarattım senin kavgan Yüce Tanrı’yla olsa gerektir. Yanlışlıkla bana sataşma olur mu? İşte size kısaca sosyolojik bir insanlık tarihi yaşlanmış bu fani dünyanın fanileriyle yapılan haşir neşir faaliyetlerine modern ve çağdaş bir dille sosyoloji demişler. Biz de karınca kararınca onu yapmaya çalıştık vesselam.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder