Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir varmış bir yokmuş deve tellal iken, pireler berber iken ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken birden dedi kodu Efendi adında bir zatla karşılaştım. Adamcağız çok dertli idi. Kendisini beden diliyle tepeden tırnağa kadar süzdüm. Sıradan bir vatandaş gözüyle incelediğimde insan-ı kâmile fark atacak kadar şaşırtırdı. Ancak Hayrullah Efendi ins mevzuunda uzmanlaştığından kendisine pekte yabancı gelmemişti. Dedikodu Efendi dünyevi ve uhrevi mevzulara hâkim olduğu gibi bir idealist gibi konuşur, eder, yapar, der, kor, çıkarır, yer, içer, alır, verir bir ömür mukalata ile geçer. En ufak bir mesuliyet duygusu veya sorumluluk vehmedince sessizce tebdili mekân eyler. Bir icraat ihtiyacı hâsıl olunca bütün ins, cins harekete geçirilir fitne, fesat kapıştırmaca ve sıvıştırma metodu kullanılır. Öyle ustaca kullanılır ki kimse farkına varamaz maksat hâsıl olana kadar şu yaptı, bu dedi derken muzafferiyet nasip olunca gurebaya ben dedim, ben yaptım derdi. Bu rolünü o kadar güzel oynardı ki sonunda bu yöntemi kendisinden başka kimsenin bilmediğini zannederdi. Halbuki bu yöntem iblis Efendi tarafından Tanrıya uygulanmış ve müteselsilen günümüze kadar süregelmiştir.
Bu müşarünileyh Dedikodu Efendi moral değerlerimizi sonuna kadar istimal ettiği halde bu konuda herhangi bir fedakârlığına da rastlanılmadığı gibi bütün adi vakalarında moral değerleri kullanarak sıyırmaya çalışırdı. Binaenaleyh Dedikodu Efendi yaptıklarını fazilet addedip durmadan mavra kestiği gibi gureba, ulema ve bilumum mahlûkatı hedefine kilitlerdi. Ancak kendisi yirmi yedi göbek sonra doğacak torununa halel gelmesin tedbiriyle asla ve kat’a tavır takınamadığı gibi hep karnından konuşmayı tercih ettiği gibi zülemaya övgüyü bazen sövgüyü şiar edinmişti. Hayrullah Efendi bu kadar derdi ve çileyi dinledikten sonra cevaben: Dedikodu Efendi derdine dert, işine iş, çişine çiş kavuşmaz çünkü seni hangi dine hangi mezhebe yerleştireceğimi bir türlü bulamıyorum. Çünkü akşam Çalab'ın kitabına baktım orada Müslüman’ın tarifini okudum. Tanrı ahitlerinde duran kişiye Müslüman diyordu. Ondan naşi mensubiyetinizi anlayamadan herhangi bir hükme varmamış, Keenlem yekündur.
Hey Dedikodu Efendi sen bu tiyatroyla herkesi kandırmayı becerdin veya tavırsız insan profilinin yaygınlaşması sayesinde kandırabildiğini zannettin. Maalesef bugün dünyamızda her şeye evet diyen hak konusunda sadece kendi hakkını her şeye rağmen üstün tutan aydınız deyip güçlüyü sürekli öven, gurebayı görmezlikten gelen bir insan sürüsüyle yaşama bedbahtlığına düçar kaldık.
Daha dün Türkiye’mizin en tanınmış tefsircilerinden bir zat önce bir siyasi hizbe methiyeler dizdikten hemen sonra o hizbin amansız rakibi olan bir başka hizbi yüceltmeye çalışınca yanımdaki İlker Efendiye bak dikkat et bu zat sadece ve sadece güce yaranıyor. Ancak uzmanı olduğu halde gerçek güç ve kudretin Çalab'a ait olduğunu tehir ediyor. Çünkü Çalab’ınki zamana yayıldığından hemen menafie tahvil edilebilenle örtüşmüyor. Birde falan hizbe oy vermek farzı ayından daha yüksektir deyince, acaba Çalab bunlara ne diyordur, çok merak ediyorum.
Tam bu esnada asrın miralayı Necabettin Efendi içeri girdi diğer aracılar gibi evladım ne yapıyorsun deyince sen, bizleri “Bir şey yapmıyorsunuz” diye hep suçluyordun. Ben de, “Sizden öğrendiklerimizle önce içimizdeki yanlışlıkları düzeltmekle işe başladım. Eğer benim de tavırsız olmamı emrediyorsanız bir daha bize nasihatte bulunup uykularımızı kaçırmayın” şeklinde mukabelede bulunduk ulu ulema Ali Murat ibn-ül miralay Efendi, Sezen-i Ruha-i ve Miralay Ergenekon beyler. “Hayrullahcığım çok haklısın amma ve lakin doğruları söyleme, yazma, konuşma çünkü yalnız kalırsın ve cümle âlem düşmanın olur” dediler. Ben de Çalab’ın dostluğu bana yeter deyince Miralay Ergenekon Bey, sen Allah'ın delisisin doğru yapıyorsun diyerek şunları anlattı: “Vakti zamanında kılıcımın önü de arkası da kesiyordu. Bütün haksızlıklarla mücadele ederken etrafımda hiç bir kimse kalmadı. Bana bir vesile ile bir psikiyatriste gözükmem gerektiğine ikna ettiler. Ben de iyi bir mütehassıs bulup kendimi teslim edip beni muayene etmesini rica ettim. Kabul buyurulup bütün tetkik ve incelemelerden geçtikten sonra Tabib Efendi, “Necabettin Ergenekon miralayım teşhisi koydum, koydum” diyerek bağırdı. Ben de gerçekten hasta olduğuma ve teşhisin bir türlü konulamadığından endişeliydim. Tam bu esnada yüksek sesle tıp literatürüne girecek olan tarihi hastalığım ilan edildi. Evet, Puştluklara karşı ani feveran hastalığına yakalanmıştım”.
Evet bu erdem bir toplulukta hastalık olarak kabul görüyorsa buyurun cenaze namazına Çalab rahmet eylesin!. Anlaşılan bir de kendilerine her türlü hakaret sunulduğunda bunları iltifat kabul edip sinesine çekebilmeyi uslub olarak yaşayan insin bazı mahlukata kiralanıp tazarzuratını anlamakta güçlük çekmeye devam edeceğim. Bütün sayimiz, Hukukullah içindir. Şeyatine maşa olmak da bir tercih meselesidir. Sahibini bağlar. Lütfen birilerini kurtarmak için kendisinizi heba etmeyiniz. Çalab'ın tezgâhı bütün oyunları kuşatmıştır. Bütün çalışmalarımız Çalab ve elçisinin denetimi altındadır. Lüzumsuzluk etmeyin. Zevat-ı Mezburan’dan Tevasvüs Efendiye gelince, bütün mukaddesatına sebb edenleri kucaklayıp alınlarından öpme tezevvükatını hatırladıkça kendisini canhıraş kalkanı yaptığı füzülüyatını yeni Tanrı Zeus olarak benimsemiş olabilmesi ihtimalini göz ardı etmemek gerektiğini tahmin ediyorum. Çünkü ins, zaman zaman Tanrı değerlendirmesine giderse şaşırmamak gerekir.
Neticeten her şeyin çaresi vardır. Fiziki bir sorununuz varsa bir psikiyatristi ve rahmetli Ayhan Hoca’nın mezarını ziyaret etmemiz gerekir. Metafizik bir problem yaşıyorsanız Çalab'ın kutsal metnini başkasına okur gibi değil kendi sadrınıza şifa sadedinden mükâleme edin. Ama onunla konuşun, anlaşın puştluk eğiliminden uzaklaşın yoksa ondan bile nasibinizi alamazsınız ve her şeye karşı çıkma temayülünüz size kiramen kâtibine fazladan yazmışsın dedirtirse sonucuna katlanacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder