26 Temmuz 2010 Pazartesi

İHTİSASAT FASLI

Ömrümün en verimli ve en güzel dönemlerini ilim aşkıyla değerlendirdim. Ya ilim yaptım, ya ilim yapanlarla beraber oldum. Onlara fazlasıyla alaka ve muhabbet besledim. Kesinlikle üçüncü kişi olmadım. Daha çocukluğumda bile medresede müderris olan dedem Muhammed Said Efendinin dizinin dibinde ayrılmadığım için rahmetlinin hep takdir ve sevgilerine mazhar olmuştum. Diğer kuzenlerim serserice gezinirken ben anlamasam da medresedeki o klasik dini ve felsefi eğitimi sürekli takip etmişimdir. İlme olan bu aşinalığım hayatım buyanca beni hep aydınlatmıştır.

Uzmanlık belgesini aldıktan sonra onun bir üst eğitim faslı olan doktora için bütün ilanları takip edip kendime en uygun olan içtimaiyat kürsüsüne müracaat etmiş ve bu vesileyle bu bölümün müderrislerinin bütün kitap, makale ve çalışmalarını satın almış büyük bir azim ile sınava hazırlanıyordum. Önce lisan sınavını aştıktan sonra bir hafta sonra bilim sınavına girmiş tam dokuz sayfalık bir kâğıt vermiştim. Rakiplerimizin çoğunun dil sınavında elenmiş olmaları ve bilim sınavından yirmi üç kişinin geçmiş olması bir de alın yazısının yol vermesi dolayısıyla sınavı kazanmış olduk. Eğer alınacak öğrenci sayısı mahdut olsaydı kesinlikle kazanma şansım azalırdı. Çünkü benimle birlikte doktora programına dâhil olanlar arasında çok meşhur insanlar vardı. Örneğin İst. Üniv. İlahiyat Fakültesi Dekanı Fahri Bey, birçok Milli Eğitim Müdürleri, Ulaştırma Bakanı Veysel Atasoy, Başbakanlık Başmüfettişi A. Sezgin Bey, Bürokratlar, işadamları, şehreminleri, mebuslar ve özellikle çift doktoralı olduğunu ve bizimle de doktora yaparken bile felsefe şubesinde Doçent olan Ord. Prof. Dr. Metin İşçi Bey, Ali Rıza ve Fikri beyler ve isimlerini hatırlayamadığım birçok Türk büyüğüyle birlikte doktora gibi eğitimin nirengi noktasını teşkil eden ciddi bir faaliyete başlamış olmanın verdiği heyecanla adeta bir ilkokul öğrencisinin dikkat ve ciddiyetiyle bütün dersleri takip ediyor notlar tutuyor, verilen seminer ödev gibi görevleri bihakkın yerine getirmeye çalışıyorduk.

Pek tabiidir ki diğer faaliyetleri sebebiyle benim gibi devam edemeyenler hep dönem sonu gelip bizden ders notları alırlardı. O zamanlar daha doğru dürüst fotokopi hizmetleri yaygın olmadığından sınava iki gün kala devamsız devre arkadaşlarımızın “Sen nasıl olsa dersleri takip ettin notlarını bize ver” deme hamakatleri ve notları vermeyişim sebebiyle hala düşman olduklarımız söz konusudur. Ben prensip olarak sınav saatine kadar notlarıma çalışmak mecburiyetindeydim. Beyefendiler yıl boyu devam etmediği gibi birde bizim emeğimize konmayı tabii bir hak olarak görüyorlardı. Birçok arkadaşım ikinci bir iş (Siyaset, bürokrasi, ticaret) yaptıkları için iki taraf da eksik kalıyordu. Ben onlardan daha parlak bir öğrenci olmasam da işimi ciddi tutuyor ve ilimden başka herhangi bir meşgaleden hassaten uzak duruyordum.

Bu faaliyetlerimiz neticesinde bir yılı geride bırakmış aşkla ve şevkle bütün derslerimizden pekiyi dereceyle geçmiş sıra bir danışman hocayla anlaşıp yeterlilik sınavını da geçip bir konu tespit edip tezime başlama sırası gelmişti. Yine kürsüde ki bütün müderrisleri gezmiş hepsinin fazlasıyla dolu olduğunu özellikle Öksüz hocanın istiap hakkını beni de çekemeyeceğini öğrenince çareyi Müderris-i Azam Kübra Demkurt Hanımefendiye gitmekte bulmuştum. Kendileriyle durum teatisinde Hz. Ali ve Ehlibeyte olan yakınlığım ve muhabbetimin de tesiriyle danışmanlığıma iyi gözle bakılmış önce yeterlilik sınavında Demkurt, Ruha-i ve Yörük hocalarımın nezaretlerinde yeterliliğimiz tasdik edilerek herhangi bir tez çalışmamız da bir handikap olmayacağı belirtilerek Türk sosyal tarihiyle alakalı bir tezle başlamıştım.

Demkurt hocamızın hüsnü kemale erip medreseden yaş haddinden ötürü tekaüt olma zamanının yaklaşmış olması beni fazlasıyla kamçılamış olup süratle bir tez hazırlayıp üç senede tezimi takdim etmiştim. Gerçekten bu yirmi üç kişilik kaliteli grupta ben sadece ilimde yoğunlaşmam ve işi ciddi tutmuş olmamın semeresini almış, gerek yeterlilik ve gerekse doktoramı tamamlamada birinci sırayı almıştım. İkinci sırayı da Sn. Metin İşçi almıştı ki bizden sonra sıra sınava gireceklere sınavda insanın dişlerini çekiyorlar diye herkesi korkutmakla meşhurdu. Gerçi bütün devre arkadaşlarımız önemli kişilerdi. Hepsinin birer hatta daha çok özellikleri vardı ama Metin Bey hepsinden daha özellikli daha kabiliyetli ve daha büyük bir insandı. O bazen zaman değerlendirmek için hilafı hakikat jimnastiği yapıp insanları güldürür, bazen de çok ciddi savaş ve kahramanlık destanları yazarak insanı ağlatırdı.

Onun Öksüz hocayla Azerbaycan’a savaşa nasıl gittiği hikâyesi bayağı ses getirmişti. Ve Öksüz hocanın onu azarlamasına vesile olmuştu. Yine onun Gezgin oğlanla kitap ve fotokopi tartışması da tiyatro ihtiyacımızı karşılamıştı. İhtisasını tamamlayıp Şehrigül Medresesine müderris olduktan sonra kendisinden hiçbir haber alamadım. Ancak zaman zaman öğrencileriyle karşılaştığımda Metin ağabeyimiz nasıllar ne yapıyorlar diye sorduğumuzda onun bizden ayrıldıktan sonra A.B.D’ ye gittiğini orada dil ve birçok şey öğrendiğini ve bilahare döndüğünü, o gün bu gün Amerika hatıralarını hemen hemen bütün derslerinde dercettiğini, yorumlar yaptığını defaten ben ve arkadaşlarım şahit olduk. İnşallah ömrümüz vefa eder de kendileriyle bir daha görüşür o güzel ihtisas yıllarımızı ve birbirimizle yarışırcasına tetebbuatta bulunduğumuzu tekrar hikayet eyleriz.

Metin ağabey gerçekten bambaşka bir insandı, onun eşini ve benzerini bulmak mümkün değildi. Onu görür görmez yakasına yapıştım. Kesinlikle ondan ayrılmadım. Bu süreç içinde onunla beraber araştırma yaptık. Beraberce tapındık, beraberce onun bu büyük potansiyelini görünce bir an bile yalnız bırakmadım. Onunla yüzlerce defa yarım ekmek arası döner yedik. Kendilerinin çok zengin bir kütüphaneleri vardı. Sağ olsun oradan da beni hep istifade ettirmiştir. Onun arabasıyla Demkurt hocamızı gezdirmek öyle bir türlü nasip olmamıştı.

Geçenlerde kendisini çok özledim, telefonla ulaştım. Bana hemen bir oğlunun Kaymakam, öbür oğlunun da Tabip olduğunu söylemişti. Tanrı kendisine bağışlasın. Ancak Metin ağabeyimizin, dönemin bir vezirinden davet aldığını Engürü'ye gittiğini vezir Efendinin kendisine danışmanlık teklif ettiğini, onun da müsteşarlıktan aşağı kendisinin onurunu kurtaramayacağını bize anlatmıştı. Bende bu işler birden olmaz sen önce bir danışman olsaydın bilahare sendeki bu cevheri asliyi gören merkezi yönetim seni Y.Ö.K.’e bile reis olarak atar desem de nafile. O maalesef büyük adam psikolojisiyle böyle küçük görevleri vazifeden değil sadakadan bile saymıyordu. Haddi zatında doğrusunu da yapıyordu. Böyle büyük birikimi olan bir insan-ı kâmil’in üniversite camiasında pek az olduğunu yetişmekte olan genç nesillerin böyle iddialı insanların ellerinden geçmesinin milletimiz için büyük bir kazanım olduğunu itiraf edilmesinin milli ve insani bir görev olduğunun üzerine basa basa belirtilmesi gerektiği kanaatindeyim.

Evet, uzun bir gayret ve çalışma neticesinde ben ve Metin ağabey tezlerimizi herkesten önce tamamlamış ve sınav yapılması için jürinin toplanması vs. işlemlerin sonuçlanmasını heyecanla bekliyorduk. Metin ağabey hep beni önce sınava sokar bilahare kendisi savunmalara girer bir bakıma bütün arkadaş grubumuzun ikimize reva gördüklerini Metin ağabeyde bana reva görüp beni mayın eşeği olarak kullandıktan sonra ona göre tedbirlerini alır böylece temkin ihtiyatını sağladığı gibi her yerde önce ben girdim ben bitirdim derdi. Ben de hoş görürdüm fazla da önemli değil derdim. Çünkü savaşlarda ilk saflara girenler genellikle şehit olurlar onun için toplumun psikolojisinde akıllı davrananlar grubun ne önünden nede arkasından yürürler, hep ortasından manevra yaparak ortaya çıkabilecek rizikolardan kurtulup arkadaşlarını da bir bakıma kalkan gibi kullanırlar; demek ki bizim hayat üslubumuz da buymuş bunu benimseyerek oynadık. Öğrenciliğimiz esnasında benden tam on beş yaş büyük bir bürokratımızın kopya çekerken yakalanması, suçu arkadaşlarına atması, sonra kopya kağıdındaki yazının kendisine ait olduğunun tespit edilmesi ve büyük bir gazetede haber olarak verilemesini hiç unutamıyorum.

Demkurt hocamızın riyasetinde jüri belirlenmiş Öksüz, Ruha-i, Ünsal ve Yörük Hoca Efendinin ciddi bir silkeleme faslını yaşadıktan sonra fitne faaliyetlerinin etkisinde kalmış olması muhtemel olan Yörük hocamla hiçbir zamanda hiçbir sorunumuz olmadığı halde şiddetle muhalefet şerhine rağmen icazet almıştım. Yörük hocaya eskiden olduğu gibi hürmette kusur etmemeye gayret ettiğim gibi kendilerine bu muameleye maruz kalmış olmamın sebebini de sormaya hiç tenezzül etmedim. Sonraki yıllarda aynı medresede hocalık yaptık ve çeşitli faaliyetlerde beraber olduk. Özellikle onun ikinci reisi olduğu milli ve yerli bir vakfımızda kültürel hizmetleri beraber izledik. Bu serüvende de hocama en ufak bir saygısızlık göstermemeye ve aşırı hürmet etmeye devam ettikçe hocam da bana mazide yaptığı mesnetsiz haksızlığı anlamış olacak ki oda beni taltif etmeye çalışmıştır. Bazı şeylerin telafisi mümkün olmasa bile gönül almanın önemli olduğunu belirtmek isterim.

Esin hocamızdan hiçbir ders ve resmi işleme muhatap olmamış olamam onu tahrik etmiş olacak ki bu arkadaş nereden bu mesafeyi katetti endişesi veya yine bu işlerin fitnesinin bol olması hasebiyle bir duyum almış olmalı ki teamül ve alışkanlık kurallarının dışına çıkılmış, o da doktora salonuna teşrif etmiş savunmamızı takip etme şerefini bize bahşetmiş olması meyanın da zaten dorukta olan heyecanımızı katlamıştı.

Bu hengâmede eski morg görevlisi hizmetli Hasan Efendiyi, Selma hanımefendiyi, Damadı Şehriyari Halil Efendiyle Fatımatüz Zehra hanımefendiyi ve hasseten Balcızadeler ve kıymetli refikalarının âli hizmetleri takdire şayandır. Hepsini tek tek saygıyla ve sevgiyle yâd etmeye devam ediyoruz. Hepsine sağlık afiyet ve mutluluklar temenni ediyoruz. Bir taraftan helal maişet temini için muallimlik yaparken öbür taraftan yüksek bir performans heyecan ve aşkla sürekli ilim ve ilmin çilesi neticesinde takdim edilen belge ve icazetnameler ve o zamanlar maarifte bunların hiçbir anlamı olmadığı gibi alay konusu oluyor, hatta hak ettiğiniz akademik kariyerinizin kullanılmasına bile izin verilmediği gibi istihza konusu oluyordu.

Bazı kıskanç zevat “Dahiliyeci misin, Hariciyeci misin?” deyip rahatsız ettikleri gibi bazen de çalıştığımız mekteplerin hizmetlilerini bize gönderip duyduğuma göre doktor olmuşsun beni bir muayene eder misin? Diye sordurduklarında bizim doktorluk tıp doktorluğu değil öyle bir eğitimimiz söz konusu değil dediğimizde de mademki bu titrin işe yaramıyormuş niye boşuna senelerini verdin diye kızdırmaya çalışırlardı. İleriki yıllarda Ardahan’da milli vezaifimi gerçekleştirirken zavallı bir köylümün bana çocuğunu muayeneye getirdiğini unutamıyorum. Demek ki biz tebabetle ihtisası yerli yerine oturtamamışız. Doktor denilince hemen tabip çağrıştırılmış olunmaktaydı.

Akademik ortamın en önemli mertebesi olan Doktoramı tamamladıktan sonra yıllarca mekteplerde muallimlik bilahare milli vezaif bu esnada gadre uğrayarak hak ettiğimiz ortamda hizmet etmekten esirgendikten sonra yine orta mektep ve idadilerde muallimliğe devam ediyorduk. Ancak o ana kadar göstermiş olduğumuz hummalı çalışmalarımız neticesinde aldığımız icazetlerden dolayı hiçbir terfi ve tefeyyüz söz konusu olmadığı gibi bünyelerinde çalıştığımız lise veya ön lisans mezunu kartlaşmış müdür Efendilerin de oyuncağı olmuştuk. Her nebatın kendi ikliminde ve her canlının kendi coğrafyasında yaşabileceği gibi bir akademik insanın da kendi ortamında faaliyet gösterebileceği endişesiyle kendimize bir medrese bulup kalan ömrümüzü de oralarda bilgi ve görgümüzü değerlendirmeye ve yeni akademik faaliyetler göstermeye azm-ü cezm-ü kastettik haydi hayırlısı diyelim.

Güzel Anadolu’muzun büyük şehirlerinde her konuda yapılan faaliyetlerde yığılmalar olduğu gibi ilmi faaliyetlerde de aynı sonuca varıldığından taşraya açılmak ancak büyük şehirlerimizden de ayağımızı tamamen kesmemeye ve yarım kalan çalışmalarımıza devam etmek kararlılığındaydık. Bir vesileyle münasip bir mekan bulup yerleştik hayatımın her safhasında olduğu gibi oturtmuş olduğum ve alıştığım düzenimi terk edip yeni bir düzen ve hayat üslubu kurmak yani gemileri yakmak benim için her defasında kolay olmadığı gibi zor olmakla kalmamış bu defa kurtlarla dans etmenin verdiği tehlikeye atılmış olmanın verdiği bir çok problem, sıkıntı, endişe ve sonunda beklentilerinizin hepsinin boşa çıkması eskiden devleştirdiğiniz varlıkların çoğunun birer heykel olması insan-ı sukutu hayale uğratıyordu. Demek ki insan denilen meçhul buymuş aslında biz onları fazladan hak etmedikleri yerlere oturtmuşuz. Hepsi bundan ibaretmiş o kadar.

Bütün nahoş ortama rağmen mümkün olduğu kadar ilmi tebebbuatta bulunarak beş yıl daha bekleyerek Muidlik faslına ayak basmıştım basmasına ama bir de ne görelim bütün evladı şeyatin gerçek hüviyetini ortaya koymakta yarışmaya meğer çoktan başlamışlardı. Birçok sıkıntı iftira tezvirat savaşı neticesinde maksat hâsıl olup yeni bir icazet edindiğim saatten itibaren malum fuzuliyat tekrar dostluk kurlarına başlamışlardı. Bu safhada da bize manevi desteklerini esirgemeyen dostlarımıza medyunu şükran olduğumuzu teberruren ifa eder saygılarımı sunuyorum.

Akademide son fasıl olan müderrisliğe hazırlık faaliyetlerimizi de beş yıl gibi uzun bir zaman dilimine yayarak sistemli, zamanlı, kaidelerine uygun bir şekilde tam yirmi kitap ve Yüz makaleyi dâhili ve harici memleketlerde hakemlerin tezkiyesinden geçirilerek tam beş binyapraklık bir tetebbuatla bütün şeraitin fazlasıyla yerine getirildiğine inandığım bir dönemde resmi müracaatımı gizlice yaptım. Başta bağlı olduğum riyaset makamı Tavsiye Efendiye bu defa kimseye söylemeden bu son faslı tamamlayıp şeytanı ve evlatlarını uyarmadan neticeye varıp bu defteri kapatıp artık serbest isimsiz denemeler yazıp rahatlarken bir taftandan eğitim faaliyetlerimize hulusu kalp ile devam edelim dedim. Gerçekten de o da bu konuda delikanlılık gösterip işi hassasiyet ve gizlilik çerçevesinde tamamlamamıza yardımcı olup bu konuyu hiç kimseyle paylaşmadılar.

Çünkü daha önceki safhaların hepsinde şeffaflık esasına göre her şeyi herkesle paylaşırken gayet safiyane davrandığımız için başımıza gelmedik kalmamıştı. Hele hele Dandanakan savaşının Muidlik cephesinde fitne, fesat, iftira, gıybet ve ne varsa hepsine maruz kalmıştık. Evlad-ı şeyatin başta Ebyad hocayı, Bursa’dan, Maraş’tan ve Engürü’den gelen zevatı iftirayla donatmış bir de bunun bek raundu ve sonrasına tamamen müdahil olan Zekavet ve onun bir hayat üslubu olarak benimseyip yaşadığı bütün harp oyunlarına maruz kalmıştık. Yeni bir huruç harekâtına başlayıp ancak bazılarını müfteriyat operasyonundan arındırmış olmamıza rağmen Engürü Efendi cebren ve hileyle bize her türlü küfür hakaret ve iftiralarını yöneltince hazirunun önünde mazlum ve mağdur durumuna düşmüş onun bu kirli oyununa rağmen savaşı kazanmıştım. Bu esnada sürekli dans edip hiçbir katkısı olmadığı halde, “Hey hemşehrim! Sen var ya seni ben yarattım” diyerek esfeli safiline yuvarlanmaya başlamıştı. Neyse biz savaşı bütün zayiatlarımıza rağmen kazanmış, şehitlere birer fatiha okumuş geride kalanlarına da Asitane’de mükellef bir ziyafet vermiştik.

Oraya bunu gerçekten hak ettiği için şereflendiren büyük âlimler geldiği gibi aradan bazı çakallar geriye kalan kemikleri yalamak için araya sıvışmışlardı. Demkurt, Ruha-i, Keklik, Bayraktutan, Fikri, Tavsiye ve Zekavet bunlardan bazılarıydı. Özetle her icazet merasiminden sonra kendinizde hiçbir değişiklik vehmetmediğiniz halde daha düne kadar size zart zurt yapan ehvenatın nasıl önünüz de eğilmeye çalıştıklarını görünce birazcık incelediğimde meğer bu hürmet faslının size angarya yüklemek olmak üzere olan canibinizin muamele öncesi okşama derekesinden başka bir şey olmadığını görmemek ve yaşamamak yani bu bizim köylü kurnazının politikasının devamı gibi bir şey hey aslanım sakın ha benden habersiz hiçbir şey yapma hiçbir statü elde etme amma kazara bir mevki işgal edersen benim senin yegâne mabudun olduğumu kesinlikle unutma ha demenin bir versiyonundan başka bir şey değildi. Bütün samimi ve dürüst büyüklerimi bu derekeye düşmekten tenzih ederim.

Ancak birisi var ki bu kişi bir hanımefendi olmasına rağmen bize her türlü melaneti reva gördüğünden zaten rahmetli Demkurt hocamızın da bana özel tavsiyeleri gereğince, ”Evladım bu Zekavet hanım çok tehlikeli bir mahluk. Bunu bana üniversiteme ve evime bayram dâhil hiçbir vesile ile yaklaştırmayın” demişti. Bende hiç olmazsa olan oldu. Fakat bundan sonraki hayatımda mümkün mertebe ondan uzak durmaya çalışırken o bize her türlü angarya ve yolsuzlukları yaptırmaya çalışıyordu. Bende bunun tezgâhlarına alet olmamak için hep gayret sarfettiysem de bir türlü muvaffak olamadım. O sürekli lüzumsuz işlerini temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koyup, ona yardımcı olmadığımız takdirde bize her türlü kötülüğü yapacağını dillendirmeye devam ederek tehdit ediyordu. Biz de bir taraftan gereken tedbirlerimizi alıp bir taraftan da ondan uzak durmaya gayret ederken tam bu esnada Rusya’dan iki tane cins it oğlu iti getirip cebren ve hileyle bizden izin almaksızın bahçemize bağlamış, bundan böyle bu itlerin burada kalmaları ve bakımlarının da bize ait olduğunu söyleyince Hayrullah Efendi’nin şirazesi kopmuş, zıvanadan çıkmıştı. “Yeter artık yeter senin bu ehven angaryan” deyip Zekavet benim nikahlı ya da nikahsız hiçbir ilgi ve alakamın olmadığı bir cinsi latif olmalarına rağmen çirkin ve artı birde sarkık göbeğine maruz kalabilecek en ufak bir gönül bağıyla bağlanabilecek ve bu dünyada sevilip takdir edilebilecek ne bir güzel ahlak ve nede bir endam ve fiziğe sahip olmadığı halde herkese ve her şeye maydanoz olur, onsuz hiçbir faaliyetin gerçekleşemeyeceğine inanırdı.

Evet, Zekavet, anlamakta acziyet duyuyorum. Sen bize mi, canımıza mı, malımıza mı, yoksa olmayan pulumuza mı âşıksın bilemem. Yok, eğer sen pembe panter Emel Hanım gibi bir hayvan seversen bu duyguna sonsuzca saygı duyarız. Ama sen bu köpekleri bizim olmayan çiftliğimizde olmayan imkânlarımızla besleyip onlara da bakın işte sizi ben rızıklandırıyorum demek istiyorsunuz demeyi hatırlatmak gerektiğini arz etmek istiyorum. Bu köpek kavgası devam edip giderken geceleyin köpeklerin çevreye verdiği ses kirliliğinden ötürü bizde çiftliğe tatile gitme imkânından olmuştuk. Ancak bu didişmelere kulak asmadan ilmi faaliyetlerimin son noktası olan müderrislik atamam gerçekleşmiş olmasına rağmen sürekli muid olduğumu ve müderris olmaktan imtina ettiğimi söyleyerek etrafımı bir taraftan rahatlatmak, öbür taraftan da yeni fitne harekâtına geçmelerini önlemek için tedbir almıştım. Büyük Dandanakan Savaşı’nın en önemli cephesi olan müderrisinde çatışmalar canhıraş sürerken az kalsın refikaten müderris olup neşelenecekken yüce Çalab'ın sofrasının ikramı sadedinden bir de baktık ki her şeye rağmen hakikaten müderris olmuşuz. Bu vesileyle de Tuna, Tavsiye, Edibe ve Topçuzade Efendilere şükranlarımı arzediyorum.

Bu esnada gerek Zekavetin köpeklerini bahçemizden kovmuş olmam ve gerekse sürekli herkesi söğüşleme alışkanlığına maruz kalmaya bir set çekmiş olmam onu çileden çıkarmış nihayet çareyi sürekli dillendirdiği gibi ki buna Ruha-i Bey’de şahittir (Eğer inkar etmezse) Hayrullah sen müderrisliği unut. Ya bana köle olacaksın ya bila kayd-ü şart benim esirim olacaksın, senin bütün varlığın üzerinde tek vasin ben olacağım, ya da muid olarak öleceksin tehdidini sürekli dillendirdiği gibi rahmetli Demkurt hocamızın cenazesine bile giderken ki, Tavsiye Bey de vardı. Cenaze işi bitsin senin defterini düreceğim demişti. Vaktaki beni engellemek zamanını tayin edip medresemi arayarak “Bu vatandaşa kadro vermeyin bu dünyanın en tehlikeli adamıdır. Çünkü benim süfli menfaatlerime çomak sokuyor hem de eskisi gibi mekulat ve meşrubatta olduğu gibi onu istismar etmemize müsaade de etmiyor yani sizin anlayacağınız dille bu çocuk akıllandı, akıllı adamda en tehlikeli adamdır” deyince, orada muvazzaf olan zatı muhterem de “Geçmiş olsun Zekavet, o bahsettiğiniz kardeşimiz bundan tam üç yıl kadar önce müderris oldu” deyince Zekavetin tansiyonu yükselmiş sedyeyle tımarhaneye kaldırılıp bilahare kendisine zenci anjiyosu yapılmıştı.

Zekavet bu defa kendine gelir gelmez herkesi arayarak tehditler savurup ben onun müderrisliğini iptal ederim deme aşağılığına düşmüş ve onun aslında bir insan olmayıp gerçek vahşi etçil yırtıcı bir hayvan olduğu bu yırtınmaları neticesinde ortaya çıkmıştır. “Ulan mahlûk-u ucube müderrisliğin hiçbir anlamı yoktur. Bu olaylara şahit olan insanlar ve ben senin insanlığını iptal ettik haberin var mı?” Benim her dürüst vatandaş gibi alnım açık yüzüm ak veremeyeceğim hiçbir hesabım yok. Ancak Bir gün canıma tak eder de konuşursam seni gerçekten layık olduğun hayvanat bahçesine, tecrit edilmiş odana kapatırlar. Her gün muhtaç olduğun mekulat ve meşrubatı önüne koyarak hırlamanı ve endamını temaşa için binlerce yerli ve yabancı turist bol miktarda para vererek milli ekonomimize de hayatında ilk defa katkıda bulunmanı sağlarlar.

Ama sen var ya sen ve senin gibi edna kişiler bu kadar zırıltı çıkardığınız halde bir defa bana telefon edip bunları söyleme cesaretine sahip olamazsınız. Hele hele bir defacık olsun karşıma çıkıp meramını arzedemezsin. Sen ancak arkamdan Ruhai-i Efendinin yanında valideme küfredip onun beni mabetten kovması için teşvik ve tahrikte bulunursun. Sen ve senin gibiler kesinlikle riske giremez her şeyinizi herkese yaptırıp belki ileride bu adama torunumun işi düşerse diye bir ortam bırakırsın.

Özetle Zekavet Hanım senin yüzünden bütün çevremle başta Musa hocayla kötü oldum. O zavallılar da seni bir mahluk zannedip hep alet olduktan sonra bin pişman oldular ben bütün aracı kişi ve kurumlarla sayende yaka paça olduğumuz halde bir karşılaşıp eteğimizdeki taşları atamadık. Geçmişte Hüsso da senin gibi yapmamış mıydı? Sonraları Kadıköy’de tek başına kendisini yakalayınca nasıl firar etmişti. Sürekli provokasyonla işlerini götürdün. Senin de vaktin az kaldı. Şeytan zurnasından içmeye ve çalmaya ve bütün edna faaliyetlerini tamamlamaya devam et. Elbet bir gün layık olduğun belanı bulacaksın. Çalap seni hemen görsün!

Zekavet, sana samimiyetimle itiraf etmek istiyorum ki beni bu kadar meşgul edeceğini, üzeceğini, bu kadar kıskandığını, bu kadar kahredercesine uğraşacağını bilseydim, bütün çirkinliğin, şirretliğin, çirkefliğini sineme çeker hayatımı zehir edeceğini bile bile seni silah altına alıp nasıl bir müsakeşelik canının olduğunu öğretirdim! Amma kültürümüz buna müsaade etmiyor, ne yapalım. Vesselam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder