Sarhoş İmalar Tekkesi postnişini Tabanzâde Osman Efendi Çaykara eşrafından ince ayar kalaycı Şevki Efendi’nin büyük mahdumu olması hasebiyle el almıştı. Bu Tarîk’in mensupları bütün Anadolu’yu karye, karye ziyaret edip bütün kap ve kacaklarını kalayladıkları gibi zıvanadan çıkıp şirazesi kopan zevatı da dehşet’ül-vahşet bir şekilde sebb yelpazesiyle kalaylar idi. Bu kalaylama işi onlara ecdadından tevarüs etmiş idi. Cümle ins ve cin bu Tarik’in hizmetleri sayesinde, kalaylanmış kaplardan taam eyleyip şifa buldukları gibi manevi kalaylama işlevi olan tesbip hizmetleri sayesinde de rahatlayıp geceleri milli ve manevi hizmetlerinde randıman tuttururlardı. Osman Efendi yarım asır Gülfem Hatun Camii’nde ezan okur, fırsat buldukça kâğıtçılık, bilahare Gülfem Konfeksiyon namındaki kârhanesinde cinsi latiflere libas giydirirdi. Yine o gurebaya pabuç giydirdiği halde kimseye de pabuç bırakmazdı. Tekaüd zamanı gelince işi bayağı zorlaşmıştı. Çoluk çocuk onu sürekli taciz edip eve fazla uğramaması tavsiyesine uyarak Üsküdar şehreminliği altında Üsküdar Çay Ocağı namında bir mekân açıp cümle hayvanata hizmet sunmaya gayret ederken bayağı mütehassıslaştı.
Muhterem Osman Efendi’yi tam 30 yıldan beri tanırım, ancak endam ve havası tanışmamıza hep engel teşkil etmiştir. 1995 yılında Turan Vakfı’nda kavga ederek tanışma şerefine nail olmuştum. Kendisine:
—Muhterem hocam! Ben sizi vali veya emekli general zannetmiştim. Ruhban olduğunu öğrenince şaşırmıştım deyince; çok sinirlendi.
Bizi Rasim el-Turani yatıştırmak istediyse de başarılı olamadı. Bu vesile ile zamanla dost olduk amma ben yine boş duramadım. Ona “hocam bu hava endam giyim kuşam ipek giysilerle can yakıyorsun yalı ehli hizmet bekliyor” diyerek hep yarenlik yaptık velâkin hocamız Osman Efendi:
- Hayrullahcığım yaşım tekamül etti, zurnam çatladı diyerek son noktayı koydu vesselam.
1980 öncesi bir araya gelmek değil semtten bile geçmemeye imtina eden insanlarımız, ekseriyeti diyanet mensubu olan emekli memur, serbest meslek sahibi zevatı kiram, kendisi de emekli Bilal-i Habeşi olan Tabanzade Osman Efendi sabah namazından sonra tekkeyi açar, ailesinin en bücür ve en uyanık ferdi olan Resul Efendi’ye destur vererek “Evladım çayları demle” diyerek işe başlar. Üyeler tek tek çıkagelirler.
Öğleye kadar sohbet, tanrıyla görüşme faslı, yemek, çoğu kez arpa ekmeğinden kalın tostlar, salatalar ve bol miktarda yoğurt tüketildiğinden bu mekanda Azrail Efendiye kolay kolay pabuç bırakılmazdı. Tekrar ikindi faslı, akşama kadar mukalkale yapılır, bir de üstüne üstlük bu saatlerde ipsiz Recebzade Emin Efendi “Cemaat-ı Mezbure”ye dâhil olunca değme keyfine aman Allah’ım!
Yüce Türk milletinin ve dünyanın bütün mazlum milletlerinin problemleri masaya yatırılır, yoğrulur, hepsinin çareleri üzerinde mutabakata varılır. İnsanlar oradan ayrılınca sanki hiçbir şey konuşulmamış gibi herkesin gazı alınmış bir vaziyette evlere avdet edilir. Bazen Emin Efendi, bazen de bir hayır sahibi biraz tulum biraz da kepek ekmeği ikramlı sohbetler esnasında Resul Efendi vecde gelir çay servisleri hızlanır sesler yükselir bu defa kesinlikle buradan bir faaliyet kararı çıkar diye beklerken yine mutat olduğu şekilde herkes sohbet açlığını giderdikten sonra mekânı zevkle terk ederler. Çoğu zaman bu heterojen yapının içinde bir yarı şeytanın hışmına uğradığınızın farkına aylar sonra muttali olabilirsiniz. Deruhte ettiğiniz statünüzle bunlardan birine tenezzülünüze teşekkür falan beklenmesini unutun, adamcağızlar eline fırsat geçmişken sizi nasıl istimal ederim endişesiyle heyecanlanır, eğer biraz dikkatli iseniz sesiniz ve bilumum aza ve cevarihlerinizin nasıl titrediğine şahit olursunuz. Tabii bunların zır cahilleri olduğu gibi profesyonelleşmişleri ve hatta ukalaca ilim ehline kitap tavsiye edecek kadar zavallı olanları da nadirattan olsa da yok değildi. İşte bunlardan bir tanesi Emin Efendiye bilgi verip sonra sahip çıkmayıp adamcağızın cezaya çarptırılmasını temin edip kıs kıs gülmüştü. Utanmadan bu maharetini de başkalarının üstüne atmıştı.
19 Haziran 2007 Sarhoş İmamlar Tekkesiyle sohbet tam koyulaşınca çaylar tazelendikçe “mukalkale”nin nirengi noktasına gelinmişti ki, Husyezede Dadaş Burhanettin Efendi cemaata dahil olunca Hayrullah Şanzumi,
- Hocam husyen zedelenmişti şifa buldun mu? Müsakaşe yapabiliyor musun? diye sorunca;
Hazırun zevkten dört köşe olmuş meraklar doruğa çıkmış herkes Husyezede Burhan Efendi’nin ağzına bakıyordu.
- Elhamdülillah zurnam zenit saat gibi çalışıyordu. Eğer zurnam çatlasaydı bu hayatı terk faslından intihar ederdim. Çalap beni müsakaşeden ayırmasın o hayatın ana rüknüdür.
Husyezede Burhanettin Efendi emekli olduğundan naşi “Busekarlık” hobisinden mahrum kalmıştı ancak son mezuniyet törenlerine katılıp buse kazalarını eda ettiğinden çok mesrur olmuştu. Hatta beş bin sayısına ulaştığından ötürü iftihar ediyordu. Gerçi Husyezede Burhanettin Efendi’nin dosyası kabarıktı ama onun bir bakıma Tabanzade Osman Efendi’nin maskarası olması hoş görülmesine iyi bir vesileydi. Ayrıca bu maskaralıktan cemaati mezburede istifade ediliyordu. Bu adamcağızın suçları muallakta kalmasın diye üç tanesini zabıt altına alacak olursak o sık sık Osman Efendi’yle kavgaya tutuşur, kovulur, küsülür, Osman Efendi eve gittiğinde bir de bakar ki hazret orada yani sizin anlayacağınız dille kapıdan kovulsa pencereden giren cinstendi. Yine Husyezede’nin Fersahoğlu Hocaefendi ile kavgası da dillere destandır. Salisen, Husyezede Burhanettin Efendi’nin en büyük kabahati dünyada bir vesileyle af gördü ancak ahiretde bunun hesabını vermesine imkân ve ihtimal yoktur. Hayrullah Şanzumi, Dandanakan Savaşı’nda destan yazarken zavallı Burhanettin korkusundan küffarla iş tutmuş bir kancığın eteğine yapışmış ondan medet ummuştu. Vaktaki kancık savaşı kaybedip terki mekân eylediğinde tam 20 sene tövbe istiğfar edip hilafı hakikatte “Ameli Salihasını” inkâr edip vaktiyle sarhoşlukla müfteriyatta bulunduğu Hayrullah’a yalvarıp yakarmıştır. Ona binlerce sektere çekildiği halde zorla barışmış bir mahluku ucube-i bela-i busekar-ı cühela-i esfelisafilindir o!.. Ancak Harnameye nazire yazdığından naşi seni hoş görüyoruz.
EBUL ZEKİ DERSİÂMIAZAM EFENDİ HAZRETLERİ: Tanıdığım kadarıyla Anadolu’nun cenneti Rize’den neş’et etmiş ve çilesini Üsküdar Sultantepe’de tamamlamış güzel bir insan. Hayatı ulum-u din ile iştigal ederek değerlendirmiş. Hat çekmiş ve şiraze dikmiş, evlatlarını da başta Zeki Efendi’yi hat, şiraze ile tertip edip sağlam bir zıvana çakmış, bir taraftan hizmet öbür taraftan helal maişet için hat ve şiraze gerektiğinden daha az kelam eder, şirretlerden imtina eder. O adeta Osmanlıdan bize tevarüs etmiş özel bir muallim. Hocam çok iyisin, güzelsin hayat şirazeni de tutturmuşsun ancak sana acımamız gereken bir konu var ki o da malumunuz cühelanın ortasında kalmış olmanızdır. Siz onu da susarak hep hallettiniz. “Ahmaka verilecek cevap susmaktır” darb-ı meselinde olduğu gibi. Muhterem İlyas Hocam ve Üsküdar’ın merhum imparatoru şeyh-ül İslam Abdullah Efendi bir minibüs dolusu Üsküdar ulemasıyla bizi İzmit yaylasındaki malikânelerine götürmüş, ağırlamışlardı. Bize layık olmadığımız iltifatlarından dolayı medyunu şükranız. Hata etmemek için uzatmıyorum huzur-u Mübarekenizde saygıyla eğiliyorum.
İBRAHİM HADİTÖZÜ: Bir gün sarhoş imamlar tekkesinde sohbet ederken Osmanlı Bahriye Miralaylarından İbrahim Hatitözü büyüğümüze:
- Hocam eski dostlarımdan Azmü’l-hicab ağnü’l-mükesser ve’l-mütezarzır boş tenekezade Hüsso ve şerikleri Hicabi caminin duvarını kirletti dediğimde, o da:
- Hayrullah Efendi, keşke camii’nin duvarında kalabilseler maalesef onlar mihrabı kirlettiler. Bu amellerinden dolayı Yüce Çalab onlara soğuk cehennemde yer ayırttı. Çalab’ın bu takdirini duyan Devlet Efendi de bunları listesinden çıkarıp sektere fiili’nin emr-i hazırını çekti.
TEKFİRCİ FAHRİ EFENDİ: Zamanın en büyük ulemasından şeyh-ül Ebulmusa Abdullah Efendi rahmeti rahmana vasıl olmuştu. Tanrının huzuruna çıkarken Fahri Efendi tarafından Karacaahmet Gasilhanesi’nde kendisine son gusül verilmişti. Bu bir bakıma yarım asırlık dostuna yapılmış son bir hizmet idi. Çok duygusal bir münasebet idi. Gusül verilmişti verilmesine amma gözün kelepçesi yoktu. Bir an için gaflete dalan Fahri Efendi’nin gözleri kaymış adeta feleği şaşmıştı. Aman yarabbi! Bu ne dehşet-ül vahşet bir iş idi. Görüp gördüğüne bin bir pişman olmuş idi ki dudakları uçuklamış, bununla da kalmamış aklını oynatmıştı. O gün bu gün her önüne geleni tekfir ederdi. Ben de bir defasında duruma muttali oldum. Dava vekili Necip Efendi’ye ve oradakilere:
- 12 ilmi bilmeden ulumu diniye konuşan herkes “Kafirdir”” diyordu. Çok müteessir oldum. “Peki hocam şu 12 ilmi sayar mısın? diye kendisine soru tevcih edince o da sayamamıştı.
- Hocam öyleyse bu mantığa göre sen de kafirsin” deyip hafif bir silkeledim. Mateessüf Necip Efendi’yi ve oradakileri kurtarmış olmama rağmen hemen onun yanında yerlerini aldılar. Kendi kendime nefis muhasebesi yapıp dedim ki:
- Sana ne? Alan razı veren razı sen ne karışıyorsun. Birisi kafir diyor öbürleri de kabulleniyor.
Bilahare durumu tetkik edip son gusül olayını Tabanzade Osman Efendi’den öğrendikten sonra rahatladım. Fahri Efendi aklını oynattığı için mazurdu cezai ehliyeti yoktu.
Hocam özür dilerim. Allah dost başına vermesin. Bu olay bana Sultan Abdülaziz’in Frenk tabibe bevliye muayenesini hatırlatıyordu. Sultan “maslahatı şahanemize maşallah deyin” demişti. Pek tabidir ki Şeyh-ül İslam da ondan geri kalmayacaktı.
Bu çalışmamı tamamladığımı zannettiğim bir anda sarhoş imamlar tekkesi postnişini Osman Efendi’yle karşılaştım. Tekfirci Fahri Efendi’nin başka hizmetlerinden bahsettiler ve hemen kayıt altına aldım. Meğer Fahri Efendi Necip Fazıl Kısakürek’in ve daha önemlisi asrın en büyük ince ayar kalaycısı Ebu’l Osman Tabanzade Şevki Efendi’nin ki vakti zamanında meşhur Abdullah Hoca’nın hutbelerine de tasdik makamında destek kalayı atmıştı. Bu üç zevatı kiramın Allah’ın huzuruna çıkarken son guslünü vermiş olmanız sizin mümeyyiz vasfınızı tamamen askıya almıştır. Siz resulleri bile tekfir etseniz sayılmaz. Çünkü ızdırabınızı anlamamak mümkün değil! Bir bakıma yaptığınız işin kazazedesi olmuşsunuz. Siz meslek hastalığının mağduru sayılırsınız. Saygılarımla.
Bir gün Sarhoş İmamlar Tekkesinde millici bir aydınımız konferans veriyordu. Türkiye’mizin milli menfaatleri ve uluslar arası münasebetleri canhıraş bir şekilde tartışılıyordu. Birden Aydın Efendi:
- Size Kaliforniya’nın başkenti neresi diye sorsam hiçbiriniz bilemezsiniz diye tahkirde bulunmuştu.
Çoğumuz bildiğimiz halde sesimizi çıkarmadık. Tekke’nin gariban çaycısı Resul Efendi sessizce Sakramento deyince aydınımız şaşırmıştı. Çünkü o devletin imkânlarıyla bütün dünyayı gezmiş ve buraları tanımanın bir övünme vesilesi olduğunu zannediyordu. Hâlbuki bu zat sürekli batıyı ve batının batısını acımasızca eleştirmekle temayüz etmiş olmasına rağmen oraları tanımış olmayı bir ayrıcalık olarak görüyor ve bunları kendi gureba milletine karşı da üstünlükte esas tutuyordu. Sohbet bayağı ilerleyince Hayrullah Efendi’ye:
- Hocam şu Şafiilikle Şiiliği bir iki cümle ile anlatır mısın? deyince işin vahameti ortaya çıktı. Maalesef benim aydınım düşmanı olduğu emperyalist kültürünü en ince teferruatına kadar bilip ve farkına varmadan onun propagandisti olduğu halde kendi kültür ve medeniyetinin cahili ve hatta müstehzisi olmuştu. Bir ömür böyle geçmişti. Geçmiş ola!...
Neticeten Sarhoş İmamlar Tekkesi bir sivil akademi işlevi görüyordu. Her ortamda olduğu gibi Cemal Hoca, Nurettin ve Murat hocalar gibi Ahi şeyhleri olduğu gibi dalzekeriyun ve gureba da eksik değildi. Buradan kötü niyetliler dışında hepsine ihtiramlarımızı sunuyoruz. Sarhoş İmamlar Tekkesi, tamamen heterojen bir yapıya sahipti, mekân çok dar olduğundan dolayı tek halka şeklinde oturulur, postnişin Tabanzade Osman Efendi ısrarla herkesi tanıştırır kendisine bunu yapma dediğimiz halde bu tanıştırma faslını zevkle inadına tekrarlardı. Buradaki insanlar çok mütecanis olduğundan ve aynı sohbete ortak olduğundan konular farklı anlaşılıyor veya hinoğlu hinliğe alet edilerek anarşi çıkıyordu.
SARHOŞ İMAMLAR TEKKESİNİN MÜDAVİMLERİNDEN BAZILARI
1-Tabanzade Osman Efendi
2-Tabanzade Resul ve Mustafa
3-Nurettin hak tavırlı Ak Abaza
4-İlyas Bıyık
5-Yanık Osman Amasyalı
6-Tekfirci Fahri Efendi Amasyalı
7-Erzurumi Mevlüt Hoca
8-Hopalı Cemal hoca, Karasuya bizi götürmüştü.
9-Ahmet Karaduman (Götür yık Efendi)
10-Hüseyin Altınkaynak
11-Hüseyin Mihenkli Sinoplu
12-Adnan Dikgezer Abhaz
13-Edip Murat Karagöz Efendi
14-Türkücü Hasan Tekneci
15-Necip Yılmaz
16-Başimam Burhanettin Askan
17-Yasin Hoca
18-Ali Durlan
19-Necip Taylan
20-Cehennem Bedri
21-Faruk Sabri Efendi
22-Osman Salih Paşa
23-Sofi Remzi
24-Müslim Ergül Emekli Maarif Vekili
25-Kadir Tunçyürek Yozgati
26-Serhat Tabanoğlu
27-Batuhan Tabanoğlu
28-Cengiz Hacıosmanoğlu
29-Rasim Ekşi
30-Behzat Parlak
31-Şamata Kemal
32-Rıfat Dal Emekli Müdür
33-Lütfü Özşahin (Ezher ulemasından Ord.Prf.Dr.)
34-Dr. Niyazi Yurtseven
35-Ahmet Yozgati Eğitmen
36-Hikmet Tanyaş
37-Dursun Kaptan
38-Gazeteci Hanefi Erzurumi
39-Dr. Zülfikar Özkan
40-Antikacı Çankırılı İsmail
41-Emin Gürses
42-Av. Nazım Durmuş
43-Bulgar Türk Turan Hatipoğlu
44-Av. Zeki Hacıibrahimoğlu
45-Muallim Nihat Hattat
46-Mustafa Can
47-Cemal Zehir
48-Necip Kunt
49-Jeolog Ali Tüzmen
50-Enver İpek
51-Ahmet Çakar
52-Şinasi Başkan 24 ayar Türk
53-Mehmet ve Musa ve küçük Abdullah Taşdelen ailesi
54-Em.Bnb.Erol Bilbilik
55-Rizeli Mustafa İstif Çaykur’dan emekli
56-Zeki Balkaner
57-Av. Lütfi Ural
58-Muhammed Sedef
59-Hamit Çakın
60-K.Yavuz Engin
61-Hayrettin Cavrar
62-Hasan Şimşek Şalpazarlı
63-Hasan Deresmolen
64-Mehmet Bilgin (Ulusalcı Profesör)
65-İbrahim Kara
66-İlker Alpkaya
67-Ahmet Uçar
68-Yusuf Yılmaz Araç
69-Ali Tüzüner
70-Dr. İdris Kurtuluş
71-İbrahim Gökbayrak
72-Osman Çelik
73-Yakub Sözen
74-Çaycı Ali Eyrekçi
75-Gökhan Ayan
76-Fizik Alimi Necdet Yavuz
77-Ethem ve refikaları (çimenler)
78-Terzi Nihat ve Rauf beyler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder