Meşhur darbı meseldir. Bütün yollar Roma’ya çıkar denir. Ancak dünyadaki yolların hepsinin insanoğlunun damarları gibi sürekli bir seyir halinde yol olduğu gibi dünyadaki bütün yolların da güce ve kudrete doğru hummalı bir hareket ve gayrete sahne oluşu ve zaman zaman yolların kesiştiği gibi yol ayrımına da gelindiğini aslında hayatta yollar hep paralel seyretmediği gibi bu yolların bazen kesiştiği bazen de ciddi ciddi yol ayrımına maruz kaldığınızı görürsünüz. Buraya kadar izah etmeye çalıştığım giriş faslı genel ve kaba bir izahtan öteye gidemediği için işi biraz daha spesifik olarak irdeleyecek olursak; Hepimiz mensubu olduğumuz ailemizin ocağında doğduk. İlk çevremizde gözlerimizi dünyaya açtık tam buraya ayak uyduracağımız zaman tahsil veya ekmek parası bahanesiyle gurbete çıktık. O zamana kadar gerek kültürümüz ve gerekse sosyal sınıfımız bizim için her şeyden, her üsluptan üstün tuttuğumuz bir hayat üslubuydu. Biz bir bakıma bu yolun yolcusuyduk. Bununla yatıp bununla kalktığımız için bu hayat üslubunu herkesin hayat üslubundan daha üstün tutuyorduk. Herhangi bir problem yoktu hayat yolumuzda, hayat akışımızda… Birden ne olduysa ya bir meslek sahibi olarak yeni ve yabancısı olduğumuz bir statü elde etmiştik. Ya da istemeyerek bir cinsi latife tutulup yaşayacağımız yeni hayat üslubuyla, eskiden yaşayageldiğimiz hayat üslubumuz arasında tam yol ayrımına gelmiştik. Eğer kendine gücün yetiyorsa, kendini bütün yeniliklere kapayıp geleneksel hayat üslubunu bütün zorluklarına rağmen omuzlayacaksınız ki bu bir tercih meselesidir, ya da ekseriyetin yapageldiği gibi modern hayat belasını ararcasına adeta ona susamış bir şekilde kana kana içmek ve tamamen reddi miras etmek şeklinde tezahür etmektedir. Uygulamalar aslında insanımızın ne birinci şıkkı tercihinde, ne de ikinci uygulamaya teslim olmakta mutluluğa kavuştuğunu zannetmiyorum. Bir taraftan ya kültürünü bütün olarak inkâr edip karşı tarafa tamamen bila kaydüşşart teslim olunmuştur. Bir süre sonra bu tercihlerinin yanlış olduğunu düşünerek hep nostaljik tahayyülatına dalınmaktadır. Yok, eğer geleneksel hayat üslubu tercih edilmişse onların da zaman zaman moderniteye gizli bir aşk yaşadığını da görmemek mümkün değildir. Çözüm olarak her şeyin vasatını tercih etme yolunu da bu hayat tarzına bir türlü uyarlayamadığımızı tespit ettiğimi söylemek isterim. Taşralı, varoşlu ile şehirlinin arasında gerçekleşecek bir alışverişin beraberinde getireceği problemler iki taraf arasında kalmayıp aileler ve hatta kabileler seviyesinde kökleşen problemler silsilesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkülerimiz bizim milletimizin şuuraltı arşivleridir. Aslında her şeyin çaresini oralarda aramak gerekirken biz bunu başka yerlerde arıyoruz.
Yüksek yüksek tepelerde ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Hem annemi, hem babamı, ben köyümü özledim
Türküsü boşuna yakılmamıştır. Bu problem sosyoloji ilminin bir bakıma mayın tarlası, bizler de birer mayın eşeği olmaktan öteye gidememişizdir. Çünkü pabuç çok pahalıdır.
Ya anadan vazgeçeceksiniz
Ya bu diyardan vazgeçeceksiniz
Ya yardan vazgeçeceksiniz
Ya serden vazgeçeceksiniz
Ya da bunların hepsinden vazgeçip tamamen dört başı mamur bir serdengeçti olacaksınız. Siz insaflı bir insan olarak dışarıdan bizi seyredip objektif bir hakemlik yaparsanız bu işin içinden siz de çıkamazsınız. İşte benim memleketimin ve onun medeniyetinin mağlup, mazlum ve de mağdur çocuklarını bir de siz temaşa edin. Onun yükünün ne kadar ağır olduğunu ve hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal veya çare tektir sizin Hayrullah ŞANZUMİ insanları çok sevdiği ve bütün hayatını onlara verdiği için Tanrı mesleği olan bir ömür muallimlikle iştigal edip, uzun soluklu ve ciddi tetebbuata imza atmak lûtfuna mazhar oldu.
Gerek muallimlik ve gerekse çevremdeki insi inceleme ve değerlendirme serencamımda özellikle sevgili yeğenlerimin gurbette verdikleri mücadeleleri bu esnada bir taraftan orjinlerini muhafaza etme gayretleri. Ve bir taraftan da çağdaş ve modern batılı bilimleri tahsil ettikleri dönemlerde maruz kaldıkları şerbet, müsakeşe vs. gibi tasalluttan tutun da müskirata kadar mücadele ederken, bir taraftan “acaba yabancı kültürünün esiri olur muyum?” öbür taraftan hayıflanma faslı, bir taraftan da yerli ve milli kalabilme gayretleri. Bir insan düşünün ki kafasında binlerce tilki dolaşsın ve bunların hiçbirisinin de kuyruğu diğerinin kuyruğuna değmesin. Aslında batı ve doğu medeniyetleri kendi yapıları içerisinde zaruri ve beşeri bütün problemlerini halletmiş durumdadır. Eskiden bizim de hiçbir problemimiz yoktu. Çünkü yolumuz düzgündü. Eskiden batının da kendi yapısı içerisinde yolu düzgündü. Evet, biz şimdi doğulu mu olacağız yoksa batılı mı olacağız? Tez elden kararımızı verip bir şeyler olsak en azından insanımızın ve hasseten gençliğimizin içinde bulunduğu buhrandan kurtulup, bir yere ait olduğumuzu düşünüp, birkaç nesil sonra bu ucube ara form hastalığından kurtuluruz diyorum. Evet, geçenlerde sahaflardan temin ettiğim Sn. Prof. Dr. Mustafa Esin Erkal’ın kaleme aldığı kitabının adı şöyleydi: “Yol Ayrımındaki Ülke”. Der yayınevinin yayınladığı 371 sayfalık kitabı hemen satın alıp okumaya başlarsanız benim bu kısa makalemde neler söylemek istediğime şahit olursunuz.
Sevgili okuyucularım. Evet, biz artık yol ayrımındaki ülke ve bu ülkenin mağdur ve mazlum birer üyesiyiz. Bu dikenli yolda başımıza gelecekleri biz de önce bu aşka yakalananlar da çok iyi bilirler. Şöyle bir atasözümüz vardır. Unutmayın. “En iyi yol bizim bildiğimiz ve asırlarca revan olduğumuz yoldur.”
Başkalarına ait olan yollar otoban da olsa kaliteli asfalt da olsa o yolun sizi nereye götüreceği belli değildir. Aslında götürenler tarafından bellidir. Ancak yolcular nereye, nasıl, kimin vasıtasıyla, ne kadar sürede hedefe vasıl olacağını bilemezler. Evet, bu yolun sizi eğreti bir müsakeşeye esir olarak götüreceğinden bihaber olmanızı kesinlikle mazeret olarak kabul görmeyecek kadar mühimdir. Gerçi bu yol ayrımında tercih hakkınız olacak mı bilemem amma bizden yine de söylemesi.
Vesselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder